maskeli allâme

maskeli allâme

14 Aralık 2011 Çarşamba

Benim Bu Derdim

Benim bu derdim, içimdeki sessiz isyanım, sadece bir silüetsin gözlerimden kaçamayıp kalbime sığınan ve benim elimden kaçırmayı çoğu kez başardığım şeysin. Ne olduğunu asla bilemeyeceğim içimi ürperten yerli yersiz bedenimi titreten adını koyamadığım şeysin. Bilmem ki nesin. Sadece bir an gözümü alan , kendine çeken , hapseden, kurtuluşu olmayan minik bir hücresin. Senden başka hiçbir hapishane yok; böyle acı veren ve bu kadar güzel. Öyle birşey ki ne söyleyeceğimi ve ne yazacağımı bilmeden bir kağıt parçasına karaladığım bir şeysin. Kelimelerim kadar güzel ama onlardan daha çekicisin. Ah benim bu derdim, sonu yok, ufku açık, merhametsiz, aşırı alkolik. Sen artık sen değilsin yada ben ben değilim karışmışız birbirine ve daha güçlü şekilde hüküm giydiriyoruz kadere. Varlıklarımızı biliyoruz ama birbirimize dokunamıyoruz. Masumuz ama bir o kadar da günahkar. Hayallerimizde sevişiyoruz kimi zaman kimi zamansa... Bilinmezliğin en ücra köşesinde ki günüşi saraylar senin olsun bana ise o yolun bekçiliği koşulsun başka bir şey dilemem, isteyemem zaten sana en yakın mesafem bu kadar dahasını isteyemem...

3 Kasım 2011 Perşembe

Umursamaz Adam 3

Güneş gümüş renklerin çümbüşü halindeki tepelerin üstünde altın bir tepsi halini alarak aheste aheste elveda demekteydi şehrin binalarına. Gökdelenler bu vedaya hazırlıklı, yüzlerini kızarttılar.İnsanlar ise umursamaz bir kimlikle bu vedaya aldırış etmeden yollarına devam ediyor ve yürüyorlardı.Ama ben kirli penceremden bu vedanın hüznünü yaşamaya çalışıyordum her ne kadar bunu beceremesemde ama en azından bunun farkındaydım ve bu da bana yeterdi.

Koyu kahvemi yapmış, bir sigara yakmıştım.Günlük hüznünü yaşamış gibi hissetti bedenim.Bu vaziyet üzerimde kirli penceremden çıkmaz sokağı seyrediyordum. Sokak karanlığa doğru bir gidişat çizmişti bile kendine güneş daha batmadan.Benden hariç insanlık evlerine dönüyor, çöplerini atıyor, sahteliğin maskelerini çıkarıyordu solgun yüzlerinden.Bazıları ise yeni yeni sokağa çıkıyor; GEcenin kirliliğini, sahte şehvetini tadıyordu hücrelerinde.Daha sayamadığım binlerce hengame ile...

Kimisi bu karanlığın sonunda alkolle yıkanacak, kimisi ise bir siringaya sarılarak uyuyacak.Bedenlerini başka bedenlerin terleriyle yıkayacaklar.Yaşayacaklar yada buna ne isim veriyorlarsa artık...Sahte cenneti damarlarında ki kan kadar gerçek sanacaklar.Yanılacaklar ama anlamayacak kadar kendilerinden geçmiş olacaklar.Ama ben bunların hepsinin farkında olarak yalnızlığı bir kez daha tadacağım. Biliyorum leziz gelmeyecek bana hatta çoğu akşam ki gibi midemi bulandıracak.

Bunların hepsi dünyayı tanımak, anlamlandırmak ve bu tarz soruların cevabı için değil, ben filozof değilim yada dünyayı kurtarmaya çalışan adam falan... Kendini bile anlamlandırmaya çalışmayan daha doğrusu anlamayan ve anlamaktan korkan basit ve yalnız bir adamım.şikayetçide değilim, bazen yalnız ve umurasamaz bir adam olmak hoşuma bile gidiyor.Ama insan yaşamınada özenmiyor değilim.Aman neyse ne işte kurcalamaya gerek yok nasılsa yarın yine güneş doğacak herkes işini yapacak ve akşamında aynı hengame yeniden başlayacak bende bu kirli camdan çıkmaz sokağa bakacak, kahve içecek ve saçmasapan yorumlar yapacağım kendi kendime.Değişmeyen ne mi olacak bir ben birde tepelerinin ardında ki güneş...

1 Kasım 2011 Salı

Umursamaz Adam 2

Tarih bilmem hangi ayın hangi gününün hangi zerzevatı bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum aslında. Zaten günlerin hepsi birbirine benziyor, sıradan ve sıkınganlar. Gözlerimi açtığımda yüzüme çarpan miskin güneşin tozlu ışık hüzmeleri değil de boğuk bir buhranın habercisi kara bulutlar oldu bu sabah. Sabahın 8 i olmasına rağmen akşamüstlerinin en çekilmez anıydı sanki. Bunalan gökyüzü benim odanda sevişiyor ve mutlu oluyordu bana inat. Bense çevremde olanları umursamadan umursamaz adamın günlük rutinlerini yapmaya başlamıştım.

Gecikmeden kahve yapıldı ve tek dostum olan sigaramla beraber berbat ama alışılmış kirli sokak manzarası izlenmeye başlandı. Her Allahın günü bu sokağa neden baktığımı dahi umursamadan sokaktaki çöp kovalarını ve sokağı mesken edinen bir kaç evsizi yokladım. Hepsi yerli yerinde ve olması gereken kadar berbat görünüyordu bir şey hariç... Sokağın uç köşelerinde bir genç kız hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.Tanıdığım daha doğrusu tanıdığımı sandığım ve beni bu odaya hapseden insan nüsveddelerinden farklı bir mizaçtaydı. O an dünya üzerindeki bir çok çeşidi olan ve halk arasında dert denen şeyin ne olduğunu bir kez daha anladım ama umursamadım ve zaten dertleri ne zaman umursadım ki; umursasaydım 4 gün sonra 3. celbi gelecek olan elektirik faturasının cezası için telaşlanırdım. Adam sen de! Fakat herşeyi bir kenara atıp o kızın derdi takıldı aklıma acaba neydi diye, sonrasında o hafiften çarpık pencerenin önünde bir rol biçtim o kıza. Dert sayılacak her olguyu yakıştırmaya çalıştım o minicik bedene. Aşk dedim , aile dedim, modern çağın tanrısı para dedim, ölüm dedim, dedim, dedim, dedim...

Bu konu üzerine yaptığım içsel diyaloglardan sonra hayal dünyamın kapısını aralayıp gerçek dünyaya dönüş biletini aldım ve geri geldiğimde o kızın aslında oradaki eski bir kıyafet olduğunu gördüm. Meğerse herşey bu lanet ettiğim kafamın uyduruk halisilasyonlarıydı. Ah bu umursamadığını sandığım kafam bazen gerçekten beni şaşırtıyor.

Hayır inanmayın aslında kafamda bir problem yok. Ben bu umursamazlığımla kendimi kandırıyorum ve kendimi kandırmayı bıraktığım anlarda önceki yaşamımın izlerini yansıtıyorum bu kirli sokağa, bu kirli sokak tamamen hayatımın parçalarından oluşma sanki.

Kim bilir belkide gerçekten öyledir...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Umursamaz Adam 1


Diğer sabahlardan farklı bir sabah değildi. Aynı şekilde soğuk ve aynı şekilde anlamsızdı.Cılız gün işığı perdeleri yalayarak çıplak odama doldu. Biraz hüzünlüydü ve birazda kırılgan. Üstüme yapışan sinekleri silip attım elimle, gece gene benden faydalanmışlardı heralde. Alışıktım hiç mızmızlanmadım. Aslında farkkettim ki ben hiç mızmızlanmıyorum. En son mızmızlandığım günü hatırlamıyorum bile. Bu denli bir boşluk vardı hayatımda kimızmızlanmayı, öfkelenmeyi ve hatta gülümsemeyi bile unutmuştum. En son gülümsediğim gün sanki bin yıl önceymiş gibi. E kolay değil o denli meşgulüm ki... Bütün gün boşboş oturmaktan hiç vakit ayıramıyorum diğer işlere tabi bide elime bir sigara alıp kirli sokaklara üstten aşağıya bakmak var. E bide zaman ayırıpta karabasanların beni bıraktığı vakitlerde uyumak tabi ki buna uyumak denebilirse. Bana inanmıyosanız çarşafa sorun, garibim üstünde döne döne paranparça ettim onu. Böyle böyle 24 saatim bitiyor meşgulüm ne yaparsın.

Bu durumdan şikayetçi falanda değilim. Zaten ben hiç şikayet etmem ki ettiysemde hatırlamıyorum zaten. Aman! Diyerek bir kahve yapıyorum kendime herzamankinden sütsüz, kremasız, şekersiz, katran karası, doktorum yani en son 3 sene evvel gittiğim doktorum-ne yapar ne eder hiç bilmiyorum- bana öleceksin içme şu zıkkımı şöyle derdi. Ne yapayım elimde değil, haytta ki tek zevkim bu benim. Zevk, o neydi onuda unuttum ya neyse ama olsun ben böylede mutluyum. Haa mutlusun diyorsunda mutluluk nedir sanki onu biliyorum ama ağızdan çok kolay çıkıyor m-u-t-l-u-l-u-k çok kolay bee. Keşke hayatıma girmeside bu denli kolay ve bu denli basit olsa.

Nafile arkadaş nafile, günün ardından bakınca çok şey yapmışım aferin bana kavgasız, dövüşsüz ve tabiki laklaksız ama çatlak ve soluk dudaklarımdan şu sözde dökülmüyor değil ''Adam sen de!". Hadi ben böyleyim etliye sütlüye karışmam hiç birşeyi tınlamam, etmem, gitmem arkadaş.E senin benden farkın ne, sen benim yaptığımdan ayrı ne yapıyorsun ki. Dur onada cevabım var hemde afilli bir cevap Barış Abiden "Leyleğin ömrü iki laklak, değerler oldu tepe taklak" işiniz gücünüz laklak, şak şak değerlerdense bîhabersiniz. Ah! Siz yokmusunuz siz aslında benden de beter haldesiniz...

31 Ağustos 2011 Çarşamba

tanrı çekti tüm resimleri

ve tanrı insana ol dedi
bilinçsiz ve hergele insana
ve insan isyan etti
kendini yaratan tanrıya
sevgi, sevildi çoğu kez
fakat huzur nedir bilmedi
tanrı çekti tüm resimleri
ve insan kadrajın merkezindeydi
günahı seçti çoğu kez
çoğu kez bir bedenle birleşmeyi
ve cehennemi hak etti çoğu kez
bilinçsizdi
dağlara yahut rüzgara yahut güneşe aşıktı
ve tüm aşklar gibi onlarda yalandı
ve tanrı çekti tüm resimleri
kadrajında günahkarlar vardı
zamansız gelen ölümler
ve de tecavüzcüler
insan denen melün varlık
bir kez daha isyanın eşiğinde
ve bir kez daha kovulmak tehlikesinde
ve yeni dünya günahkarların elinde
tanrı çekti tüm resimleri
kadrajda hepimiz vardık
ve bu resimdeki
zaman kadar yalnızdık...

24 Haziran 2011 Cuma


kadehler parçaladım
yokluğunun sebebine nice kalemler kırdım
yıkılmış adamların yıkımlarıyla savaştım
yine senin gözlerin vardı
hırpalanmış binaların gölgesindeydim
vakit elimden kum gibi akardı
sen yokluğun prangalarını eskitirken
ben boşlukların zindanında yalpalandım
gardiyanım oldu yıkılmış adamlar
dert ortağı bildiler meyhaneler
uçarı bir yaşantının son vakti
ölümler bile anlayamazdı beni
sen
küçük dünyamın gaddar celladı
sağır, kör, dilsiz değilsin
bilirsin
çok eski zamanlarda bile
ölümler anlamazdı benim gibileri
sen sontrenini beklerken
mendil sallamaya gelmezdi melekler
ben
küçük dünyamı yıktım
ölümleri yıprattım
sana koştum yıllarca
sen hep uzaklardaydın

kaç takvim eskittim senden sonra
biliyorum yine eskiteceğim
takvimler ah hunharca bitecekler
sen gelince
günlerden son pazartesi
ayın otuzu olacak
hangi ay diye sorarlarsa
şubat diyeceğim
ve sen geleceksin...

14 Haziran 2011 Salı

Yeryüzünden Notlar 5

Bir kez daha anlamıştık kalpten sorunlu olduğumuza.Bir dünya antibiyotik kullandık fakat nafile çözümü yok bu kalp sorununun.Hepimiz ömrün bir parçasında bu hastalığa yakalandık, çözümü yok dediler inanmadık ve çözüm aramaya uğraştık.Kimisi bir şişede aradı çözümü kimisi başka bedenlerde.Kimi adamlarsa gurur denen canavarı hiçe saydı ama nafileydi yine sonuçsuz olan sonuca gitmek mümkün değildi.Çoğumuz vazgeçmeye çalıştı ve bir kısmı başardıda demekki fazla ilerlememişti hastalıkları dedik.Biz, biz dediğim arda kalan zatı muhterem şahsiyetler hastalığın ilerki safhası ise yılmadan uğraşmaya devam etti hepsi prof oldu tabiri caizse bu meşgalede ama çözüm yok dedik.Bazı kısmımız çözüm buldum dedi avuntu kendini.Peki bu kadar emek sarfettik bu kadar yol geldikde ne geçti elimize... Kırık bir kalp ile anılar kaldı cebimizde ve biz ağlamayı seçtik çok ufak bir insan topluluğu olarak, sadık kaldık hastalığımıza.Boşu boşuna bir ömür tükettik bazılarımız hala tüketiyor ve biliyoruz ki hiç bir şey geçmeyecek elimize.Eee alışmışız bir kere boşa kürek çekmeye bir umudun uğruna, abanıyoruz yine her zaman ki gibi küreklere aşk denen hastalık uçsuz bucaksız bir alarga iken bir küçük kayığımızla sona ulaşmayı düşünüyoruz bir ömür değil ömürler yetmez biliyoruz ama dedim ya umut işte küreklere asılıp duruyoruz.

8 Haziran 2011 Çarşamba

Kızgın Damda Ki Patileri Yanan Kedi

Kızgın damdaki kedi tarafından mimlenmek güzel olduğu kadar yorucuda neden yorucu diye sorarsanız şöyle demek gelir içimden: "Aga yalan hakkında yazdığımız yazının yalan olma ihtimali fevkaledenin fevkinde." Neyse konuyu fazla dağıtmanın yalan denilen nükleer başlıklı füze hakkındaki ulvi ve de cılız düşüncemi meydana sermek istiyorum. Öyle ki YALAN hayatımızın her köşesini sarıp sarmalamış içten içe bizi tüketirken büyüten bir nesne haline gelmiş ve sadece ruh üflenmeyi bekleyen bir canlı olmuştur. Şahsen hayatımın her köşesinde kendine yer verdiğim bu zat-ı muhterem çoğu kez tabiri caizse kıçımı kurtarmış ve bir o kadar da başımı yakmıştır. Hayatta en çok ailevi bab da fikrini aldığımız bu zat-ı muhterem yeri geldiğinde ödüllendirilmeme yeri geldiğinde de annemim fifa kurallarına aykırı terlik atışlarıyla son bulmuştur. Şöyle bir soru gelirse ki gelecektir (umarım) pişmanmısın; zinhâr yine aynı durumda olsan yine yalan söylerim. Yalancı bir insan değilim sadece insani özelliklerimin bitim noktasının bir kademe altına kadar yalan söylerim ki bu da beni doğru insan yapar marjinalleşen kahpe dünyada. Bu saatten sonra da ateşten tanrıça gelse değiştiremez bu özelliğimizi. Yalan biz dünyada yokken de vardı bizden sonra da olacak eeee o zaman ayak uydurmak lazım gelir, bende öyle yapıyorum yalanın kullanın dozunu aşmadan endikasyonlarına dikkat ederek hayat reçetemizde yazdığı kadar kullanıyorum.

Gel gelelim kızgın damda patileri yanan kediye yalan hakkında ki gayet hoş yorumuna bizim yazdığımız destekleyici kelime nacizane kalır umarım kalıbına uydurmuşumdur, uyduramadıysak da heralde canın sağolsun der bize en azından yalancıktan. Bu cık eki de moda oldu gemicik, kasetcik derken hadi hayırlısı.

Son olarak Yalan dünya, Herşey bomboş, Hancı sarhoş, Yolcu sarhoş...

31 Mayıs 2011 Salı

Yeryüzünden Notlar 4

Yalnızız. İstediğimiz kadar insan olsun çevremizde ve bir o kadar da sevgilimiz... Ne farkeder ki akşam sohbet ettiğimiz yahut sabah beraber uyandığımız kişilerin adını bile bilmiyoruz yada bilmek istemiyoruz. Akşama kadar mutsuz olduğumuz saçma sapan işlerde vakit geçirip sabaha kadar mutlu olduğumuzu sandığımız yada mutlu değilim ama ne yapayım vakit böyle geçiyor dediğimiz işlerle zamanı öldürüyoruz. Sözde dert ortağı olarak bir şişeyi kendimize arkadaş ediyor yahut geceyi beraber geçireceğimiz kadını(erkeği) tartıyoruz gözümüzde, sonuç; sıfıra sıfır elde var sıfır felsefesinden hareketle "aman beee" diyip aldırmıyoruz ve sahte renklerle hayatımızı boyamaya çalışırken elimize yüzümüze bulaştırıyoruz.

Bir süre sonra duyarsızlaşmaya başlıyoruz, gözlerimiz boş bakmaya, ellerimiz tutmamaya, kulaklarımız duymamaya ve beynimiz boşalmaya başlıyor. Akşamdan kalmanın ağrısı başımıza vurmasa kafamızın yerinde oluduğunu dahi hatırlamıyoruz.Dini felsefemizi bir kenara bırakın insanlığımızı unutuyoruz. Yalnızlaşıyoruz, yalnızlaştırılıyoruz ve yalnız yaşıyoruz...

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Yeryüzünden Notlar 3

Güneşin biraz kaypak biraz arsız ışıklarıyla aydınlandık bugün.İnsanlar kıpırkıpır işe yahut okula koşuyordu, bense arşınladığım yollar hakkında seyre dalmıştım düşüncelerin babında.Birden dank etti durdum ve insanlığa baktım yeryüzünde ki yaşayan bedenlere...Hepsi yorgun ve somurtkan görünürdü fakat bugün bir farklılık yeni bir vizyon vardı hepsinde.Güneş onlara pozitif enerji yüklüyor, sayısızca problemleri göz ardı ettiriyordu.Hiçbirinin farkında olduğunu sanmıyordum.Umarsız yaşamayı kendine amaç edinen insanların yeni bir güne böylesine neşeli, böylesine rahat ve böylesine pozitif olmaları bende sayısız kuşkuyu kış uykusundan uyandırıyordu.Neden sorusunu üç kez ardarda sordum kendime.Yaşayan ölüler yahut ruhsuz bedenler bugün neşeliydi.Tanrı sanki hepsini azad etmişti.

Sitemkarlığım mutluluktan mutsuzluk duymak değil kastım şudur ki aylarca insanın üstüne kene gibi yapışmış bu somurtkanlık nasıl bir sabaha uyanışta geçiyor yahut benim tebssümlerim neden güneş açınca kutup yıldızı misali kayboluyor.Neden?Neden?Neden?

Ben çıkmaz sorularımla başbaşa kalıyorum geceleyin yani şu saatlerde mutluluğumun tadını çıkarıyorum insanlara rağmen ve içimde ki umutsuzluk zuhur ediyor yeniden...İşte ben ait olduğum sisli geceye kavuşuyorum, hırçın dalga seslerini kulaklarımda duyuyorum, bağırıp çağırıyorum ve kendimi artık huzurlu hissediyorum.

Keşke her gün güneşli olsa da insanlar insan olsa ben mutsuzluğa rağzıyım yeter ki onlar insan gibi davransınlar ben romanda ki CRUEZO da olurum hani şu ıssız adada yanlız başına kalan adam.Yeter ki insanlar insan olsun ben konuşmamaya da yazmamaya da rağzıyım.Yeter ki doğan yeni bir çocuk sadece doğduğunda ağlasın yeter ki...

13 Mayıs 2011 Cuma

Yeryüzünden Notlar 2

İkinci kısım ikinci bahar misali dalgalı bir denizin fırtına öncesi süt liman oluş hali.Biraz durgun ve arınılmış serserilik var üstünde, sarhoşluğu henüz geçmiş fakat hala akşamın koyu karanlık etkisiyle boğuşmakta, ansızın vuran baş ağrısı nöbetleriyle de baş başa.İşte bu hal-i vaziyette bir uçurumun kenarına kamp kurmak gibi hayatın ikinci baharını yaşamak.

İkinci bahar dediysem sakın bunu orta yaş gurubunun yaşlanmaya yüz tutuğu zaman ki yahut boşanan bir şahsın ikinci evliliğini yapmadan önceki lirik,romantik ve saçma salak aşk hikayesini zannetmeyin zannettiyseniz de bu kanıdan vazgeçin çünkü alakası dahi yoktur.İkinci kısım ikinci bahar ilk nefret edişten sonraki yarı sevecen yarı babacan yarı enayilik dönemidir.Bu dönemden hayatı keşfetmiş ve artık bilginlik statüsüne erişmiş zanneder kişi kendini fakat yanılgıya düştüğünü anlayamaz.Anlayamamasının sebebi de şüphesizdir ki hayat denen zalim öğretmenin veremi gösterip sıtmaya kişiyi razı etmesidir.Yani insan kendini ufak şeylerle mutlu etmeye çalışır.Tabi ki etmesin demiyorum fakat kendini mutlu ederken kandırmasın ufacık umutlara sarılıp da yapabileceklerini uçurumdan aşağıya atmasın.Mücadele etmeden münakaşaya girmeden elde ettiği fırsatları fırsat bilir kendi kabuğuna çekilmesin çünkü bu hayatın bize oynadığı en saçma sapan oyunlardan biridir ve bu kadar saçma olmasına rağmen kandığımız bir oyundur.
İnsan öncelikle hedeflerini koymalı sonrasında hayatın taşlı yollarında ki engelleri bir bir , atlamadan ,zıplamadan ,sıçramadan geçmeli ve bu engellerin ona kattığı tecrübe,yaşanmışlık ve ezalarla kendine bir yol çizmeli ve demoklesin kılıcının daima ensesinde olduğunu unutmamalıdır.Hele bugün gördüğüm insanlar gibi sezeryan misali tebessümlerini aldırıp katil olmamalıdırlar.Hedefler tabiidir fakat tebessümler insanlara lütfedilen bir şey değil onların hakettiği bir davranış biçimidir.Hayaller, planlar gerçekleşmelidir fakat tebessüm olmadan gerçekleşecekse hiç yapılmamaları gerekir...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Yeryüzünden Notlar 1

İzlediğim bir film yahut içtiğim bir sigaraydı, manzaraya karşı ağır depresif bir tavır takındığım andı belki içinde bulunduğum duruma ithafen;

Yaptıklarımın anlamsız olduğunu düşünmeye başladığım anların kimbilir kaçıncı senesindeyim bilmiyorum.Geldiği gibi yaşamayı umduğum zamanlarınsa artık elimden yavaş ama büyük büyük kaçtığını hissettiğim anların son demlerindeyim.Her kadınla yatmak yahut gördüğüm her kadehi devirmek gibi kimine saçma gelen kimininse hayatının anlamı olan anları doğru dürüst yaşayamamanın verdiği eziklik var belki içimde.Yutkundukça bozaıma daha da takılan bir lokma gibi rahatsız etmeye başladı artık ve bu satırları buraya dökmeme sebeb oldu.Kim olduğumu ve neden yaşadığımı artık merak etmiyorum etmemede gerek olmadığını düşünüyorum.Belli amaçlar, belli planlar ve belli monotonlukların arasına sıkışıp kalmışız.Güya yeni nesil biziz eğer ki bu neslin içinde benim gibi düşünenler çoğunlukta ise biyere varmaya başlamışız demektir fakat hiç sanmıyorum.

Hepimiz karanlığa yüz tuttuk ve aydınlıktan kaçtık.Normal insanlar güneşi severken biz sisin kokuşmuş koltuk altlarına kaçtık.Herkes maskesini boyarken biz maskelerimizi kırdık.Onlar acınası haldeki insan nüsvetteleri onlar aşkı ve parayı güç zanneden salaklar ve onlar hala kendilerinin yaşadığına inanalar.Hepiniz yaşamak nedir onu dahi bilmiyorsunuz ya da ben delinin tekiyim sizofren fikirlerimle saçmalıyorum ne derseniz deyin bence biz yaşamayı bilmiyoruz ve bunun için sahte cennetlere daima tutkunuz...

2 Mayıs 2011 Pazartesi

İsimsiz



sessiz kalabalık


sukutu arayan insanlık


isimsiz bir adam


adanmışlığı karanlık




suya yazı yazardı çoğu kez


insanlıktan utanıp


kendi benliğini intahar edip


zehr-i âba dalardı




korkmazdı hiçbir zaman karanlıktan


ama korkaktı


kalp yorgunluğuna karşı


daima savunmasızdı




ruhunu satardı çoğu kez


bir hiçliğin mutluluğuna


sevgiyi ararken herkes


ezayı dost bilirdi kendine




genç yaşında


ağaran saçları


ve çöken gözleri


daimdir kendine olan güvensizliği


ve herşeye rağmen mağrurdur


isimsizliği


29 Nisan 2011 Cuma

Sisli Gece


bana miras kalan senden
sadece sisli geceler
ahirim olman için uğraşım
herşeyim sisli geceler
bulutsuz olsada gün
güzel yaşansada ömrüm
umrumda değildi bugün
herşeyimdir sisli gece

uzak diyarlara uğradır
doluynayda semalara baktım
uğurunda ölünecek hissiyatlara daldım
çarem yine sisli gece

denizin bekaretiyle
rüzgarın isterikliğini gördüm
fakat ben temiz kalabildim
sebebim sisli gece

böyle bir geceydi yine
adını sayıklamaya başladığım
tütünü hunharca içtiğim
aynıydı yine sisli gece

24 Nisan 2011 Pazar

Bir Adamın Hikayesi 8

Soğuk bir ilkbahar sabahıydı, güneşin yorgun ışıklarının kasvetli penceremden içeriye süzüldüğü vakit.Yüzüme hunharca çarpıyordu.Soğuk havanın burnuma yaslandığı o anda hissediyordun yaşadığımı.Evet bir gün daha başlıyordu, bir gün daha kanım damarlarımdan soğumamak için direniyordu.Uzak geçmişim ile yakın geleceğim arzusema gibiydi sanki.Doğrulurken yatağımda gözlerim kısık bedenim ıssız ve yatağım soğuktu.Sanki bir gece boyunca boşboş kalmış gibi...Başıma hükmedemiyordum kaskatı kesilmiş boynumdan aşağıya sarkıyordu sürekli, akşam yanlızlığıma eşlik eden bir kaç kadeh rakının etkisiydi bu kesinlikle.Artık her günüm ile akşamı birdi farketmiyordu zaman benim için korkak , sevgisiz ve bir o kadarda hırçındı bedenim.Sorgusuz sualsiz her gece beni içine alan evim bile huzursuzdu.Bir günün daha bedenimde kanıksanmayacağını sanki biliyor gibiydi.

Nefretimle kalktım ayağa ve attım kendimi sokakların fahişe kaynayan ıssız taraflarına.Yankesiciler, evsizler ve fahişeler her taraftaydı.Sokak başındaki torbacıda yerindeydi yani her şey olması gerektiği gibi ve herkes görevinin başında.Ben ise bugun farklıydım.İlk defa yankesicilere laf atmaktan korktum ve ilk defa fahişeleri tatmin edemeyeceğimi anladım, ilk defa gece için bir iki doz kokain almadım torbacıdan.Masumane kötülüğün koynuna girmedim.Sahte cennetin kapılarını aralamadım bu kez.Sadece uzaklaşmak istiyordum bu sefil hayatımdan ve etrafta ki sefil hayatlardan.Zavallı küçük ahmak olarak yaşamak istiyordum.Sorgusuz sualsiz nefretsiz ve hayat kavgasından uzak.

Olmayacağını bildiğim hayllerimden bu kez kurmadım.Kendimi boş düşüncelerden arındırıp suçlarımı günahlarımla saflaştırdım ve tüm hakikatlerin ışığını kendime kılavuz seçme gafletine düşmedim bu kez çünkü biliyordum ben o ışığın kurtarabileceği zavallı küçük ahmaklardan değildim.Kendi rollerim vardı ve bu rolleri uygulamalıydım.Her şeyin nihayetinde ben bu zaman çarkındaki ufak bir kuklaydım.

Her zamankinden daha gür bir sesle küfrettim yankesicilere ve her zamankinden daha fazla azgınlıkla becerdim fahişeleri ve en son torbacının yanına gidip kokainimi aldım önceki seferlerden daha fazlasıyla ve bu günkü rollerimden arınıp beni içine almayacağını düşündüğüm evimin kapısını zorladım ve en kuytu köşesine gidip zulamdaki kokaini ısıttım şiringanın paslı iğnesini damarıma saplarken gözlerim kaydığını hissettim ve en son uykuma son kez dalarken evimin yosun tutmaya başlamış duvarlarına baktım ağlamaya başladılar benim gibi sefil bir adamın peşinden ağlamaya başladılar.Süphem yoktu çünkü beni sadece onlar anladılar ve çelimsiz ruhumun ardından sadece onlar ağlayacaklar...

ve bir adamın hikayesi ile burda sonlamacaklar...

22 Nisan 2011 Cuma

Var Mı Aşktan Öte


sebep aramadan sonuç bulmak gibi
yaşamında çaresine bakmaktı bazen
kırıp, döküp gitmek de varken
bağrına basabilmek değil miydi zaten

kendi kendine kurduğun hayallerin ötesindeki
özgürlükler ülkesine gitmek iken
hayallerinin bile çıkmazlara sürüklendiğini bilmekti
çoğu kez yılmışken ve ağlamaklı olurken

bir ağaçtaki iki elma gibiydik
beraber olgulaşıp beraber çürüyecektik
fakat beni kuşlar tarumar ederken
sen sahibin rakı mezesi oldun erkenden

ayrı ayrı dünyaları birleştirmeye çabalarken kırdık
ikimizde birbirinin kalbini
ve aşk denilen bilinmezliğe kürek çekerken
yıktık içimizdeki benlikleri
ve suretlere adadık içimizdeki maqsum sevgileri

aşk gibi sevda gibi yahut acı ölüm
artık hiçbirinin farklı manası yoktur
her yapılan neden sebeb ikileminde olduğu gibi
çaresi yoktur yaralarımızın ilacı da yoktur

5 Nisan 2011 Salı

Bir Adamın Öyküsü 7



Gün ağarmaya başlarken usulca incitmeden rüzgar narin dalları eserken, dalgalar hırçınlığını süt liman sakinliğe adarken, mutlu ama kasvetli sabaha uyanırdı umutsuz ve yorgunca adam.Saatin kaç olduğuna bakmak için yavaşça eğilirdi çarpık bacaklı komodinin üstüne doğru anlamsızca bakardı böyle her sabah.İşe gitmesi gerekirdi ama zaten geç kalmıştı zılgıt yemektense kovulmayı çoğu kez tercih etmemişmiydi zaten.Zamandan kovulmayı, hayattan kovulmayı hatta kendi bedeninden kovulmayı göze almış bir adam bir köhne masa başından mı kaldırılmaya aldıracaktı.Yorgunluğu geçsin diye eski bir plak koymuştu İron Maidenden belki biraz sakinlerim belki biraz kendime gelirim diye...Dünden kalan 2 parça pizza ile yaptı kahvaltısını erken olmasına rağmen bir sıcak bira açtı nefret ederdi sıcak içmeye ama aldırış dahi etmedi.Bir kalem ve kağıt aldı eline sigarasını bir kibrit parçasıyla yakarken, savururken dumanını kalemini oynatmaya başlatmıştı bile; uykusuz , yorgun gözleri denize doğru alık alık baktı bir süre fakat deniz bile bıkkın bir şekilde sakindi, sabah kuşları bile istemeye istemeye ötüyorlardı sanki monoton hayatlarına sitem edercesine...

Ne deniz ne kuşlar ne börtü böcek ne de kalem kağıt çareydi ona sövüp saydığı monotonluk ile değildi canını sıkan kovulacağı işi,içtiği sıcak bira herpi yahut hiçbiri önemsiz geldi ona bir an.Boşverdi herşeyi attı kalemi kağıdı bir yana ve dikti birasını kafaya dolu bir nefes çekti sigarasından ve kalkıp yerinden denize doğru okkalı bir küfür salladı inadına hayatın tüm monotonluklarının ırzına geçti yarın her ne kadar aynı mkonotonluğa devam edeceksede kapattı gitti herşeyi tıpkı benim yaptığım gibi...



24 Mart 2011 Perşembe

seni sevmek,
ateşin üstünde yürümek misali

seni sevmek,
bulutlardan yeryüzüne zıplamak misali.

bildiğim tüm duyguları unuturken
rastlamak her sokak başında kendime,
sorular sormak yüreğime,
ve anlatmaktan yoksun kalmak.

bazen en karanlık zindanda aydınlıkla işkence edilmek
ve bazen en yakıcı ateşlerde suyu seyir etmek
yıkılmak en büyük felaketlerden kurtulup,
karıncanın yürüyüşüne tuzla buz olmak.

koşmak bazen cehenneme, bile bile
ardına dönüp bakmadan atmak kendini gayyaya.
korkmamak en cani katilin dahi karşısında
ruhunu bedeninden ayıracak diye.

dedim ya seni sevmek:
dünyanın en bahtiyar adamından
en rezil insanı olmaya benzer.

çoğu kez anlamsızlığında anlam bulmak,
sevgisizlikten yakınmamak;
hayata küfretmemek kadar zor gelir.

ve coğu kezde bir omuzda ağlamak kadar
kolay gelir.

sen sevmek kelimesiyle baş edemezsin
benim sevdiğim çünkü sen değilsin.
git artık, uğraşma benle
ben meşgul bir adamın
en büyük uğraşımdır,
seni sevmek...

23 Mart 2011 Çarşamba

Ağlayan Şehir

yalnızlığın gem vurduğu, at koşturduğu yerdi
bizim tek başımıza sıkıldığımız kalabalık.
yer yer rastlamak mümkündü kuru gözyaşlarına,
ruhlarımız esir kampında hepsi kurbanlık.

ağlardık bizde sık sık, câbeca
duyan olmazdı sesimizi bu kalabalıkta
bazen sevişirdik gök kubbenin altında,
yalnızlıkla...

utanmazdık, sıkılmazdık bunları icra ederken
ruhlarımız kirlenmişti zaten ezelden,
kükrerdik, yırtınırdık kafesteki aslan misali
fakat hepsi beyhude gelirdi, beyhude giderdi.

çare yok, hiç de olmamıştı zaten
kurtuluşu arayan bizim gibi binlerce neferden,
arda kalan sadece ağır gaziler
onlarda yorgunlar.

en son katrenin düştüğünü görünce
inanmıştım ağlayan şehire,
o gün o şehir yalnız kalmasın diye
bende ağladım delicesine...

21 Mart 2011 Pazartesi

Bir Adamın Öyküsü 6

Yağmur döverken ıssız sokakları, peyda olan yalnızlıklar vardı.Umutsuz ve bir o kadar da çaresiz adam, bu yolda ıslanmaya başlamıştı.İnancı yoktu hiçbir şeye dair ama hüzünlüydü, karmaşıktı...Her şeyden öncesinde yalnızdı.Hep yalnız olanlara adanmamışmıydı ıssız sokaklar, köhne tavernalar ve tabi ki gece karanlığında dolunayın aydınlattığı deniz kenarında ki banklar.Hepsi yalnızlığın bekçilerinin mekanları değilmiydi.Hepsinde binlerce anıyla arkadaş gözyaşları yokmuydu.

Bilirsiniz sizde o çaresiz adamlardan biriydik evvel bir zamanın içinde belki onlar kadar asil bile değildik, ağlamayı zayıflık zarar vermeyi güç bilirdik hatta hala biliyoruz bile.O adam o gece o ıssız sokakta yürüdü diye dolunayın aydınlattığı o bankta oturdu ve için için ağladı diye hep acıyarak baktık ona ama o bizim hayalimize bile giremeyecek kadar güzel ve bir o kadarda manidâr bir sevgiye çoktan yelken açmıştı biz farkında bile değildik.Hepimiz maskelerimizi boyamaya başlarken o yağmurun altında maskesini yere attı iğrenç yüzü kaybolsun diye.Biz daima kral çıplak diye bağırırken o zaten çıplaktı krallığa lüzum bile görmeden.

Kabul edelim hepimizden daha cesur ve daha cüretkardı.Çoğu kez bana dönüp dönüp şunu da derdi."Sen benim gibi yalnız kalmazsın ,sen benim çektiğim acılara dayanamazsın , sen hiçbir zaman sevmeyi bilmeyeceksin, sen aşkı tadamayacaksın , sen ağlamayı bile beceremeyeceksin çünkü bunları yapmana masken asla izin vermeyecek, lanetli dünyanın lanetli insanlarının şaklabanı olmaktan başka hiçbir şey değilsin ve bundan sonrada ne kadar uğraşırsan uğraş ne kral değişecek nede şaklaban."Canımı yakmamıştı ilk defa söylenen doğrular farkındaydım çünkü söylediği herşeyin o onuncu köyündeydi ve göç zamanları yakındı bense doğduğum yerden bir adım dahi atamamıştım.Son kez onun ardından bakarken bana döndü ve dedi ki "Onuncu köye gidiyorum, orada öleceğim bunu da biliyorum, bir gün oraya gelirsen beni ziyaret et ama süslü çiçekler ve dualarla değil acılarınla , hatalarınla, başarılarınla gel...".

20 Mart 2011 Pazar

Ehli keyfin keyfini kim tazeler kim yeniler,ehli keyfin keyfini taze elden taze çekilmiş taze kahve tazeler de ne taze el var nede taze kahve.Olsun bayatta olsa yaptık bir kahve içine de bir kapak viski fazlası yoktu başta sadece anlamlar karışsın ufaktan ve ensemde ufak bir rahatlık için kalkıştım her şeye ve tabi ki de yanında Dıranasın şiirleriyle bir pazar gününün gecesini anlamlandırmak istedim lakin içimde kıpraşan farklı şeyler farklı düşünceler vardı beni benden alıp uzak diyarlara götüren ve asla geriye getirmeyen masumane duygular.Hiç boşuna uğraşma elimizden kaçamazsın diye fısıldadılar kulağıma bende tez canlıyım ya eyvallah ettik mecburiyetten.

Yayıldım eski püskü ama sevdiğim o cefakar koltuğuma ve düşünce dünyamın sert dalgalarında sörf yapmaya başladım.Kimi dalgalar berraktı bembeyaz,kimisi ise gayya kuyularından bile iğrençti ses etmedim yinede deniz benim denizim olduğundan problem teşkil etmez dedim.Baktığım yerlerin her bir tarafında ayrı bir kadın vardı bu ayrı kadının yanında ayrı hüzünler, ayrı cefalar, ayrı sefalar, ayrı ayrılıklar ve bambaşka itiraflar...Hepsi güç birliği etmiş beni hüznün sokağından geçirmemeye kararlılar, olsun problem teşkil etmez zorlada olsa zorlamadan da olsa geçecektim birkere ve geçtim de hıncahınç yırtarken tırnaklarım toprağı debelene debelene geçtim bu yolu.

En sonunda vardığım yer ise işte tam bulunduğum nokta merhametsiz dünyada merhameti dağıtan adam değilim belki ama anılarım ufak tecrübelerim ve hassasiyetlerimle ufak bir prometeuhus dan ne farkım var ki...

17 Mart 2011 Perşembe

Tipik İnsan Manzaraları


Ne de olsa şimdi ülkemizde manalar ipliği geçtim mikro milimlere kadar yolu olan bir incelik merasininde uzatmayalım incedir işte.Ak deriz önce sonra birden kararır etraf ne eyvallah edip, BEN DEDİM LAN!deriz nede inkar ederiz birşeylerin üstüne başka şeyler koyup uzattıkça uzatırız mevzuları.Kimsede hesap soramaz neden böyle yapıyoruz diye.E be kardeşim madem bir vizyona sahipsin, bir düşüncen var,e aklın da var,tutarlı kararlarda veriyorsun da ne diye dansöz gibi kıvırıp oy vay edersin.Taktın bir kere medeniyet ,laiklik,ütopik yaşam vesaire gidiyorsun ama nerelere.
Öncelikle medeniyet denen otuz iki dişli canavardan başlayalım.Eski tabir ile emperyalizim yeni adıyla özelleştirme olaylarına birebir müdahaleyi eksik eylemeyen fiili değilde psikolojik ve ruhani baskıları kullanmayı hak bilen ve insan haklarını çiğneyip üstünü örtüp hala biz hümanistiz diyen nam-ı diğer batılı ,gelişmiş devletler.Çoğumuz modernliği onlar gibi yaşamakla elde edeceğine inanıyor, anlamıyorum hiç demir çarkların arasına el koyulurmu hadi koydun e kardeşim ya o elin ezilir yok olur yada o çarka uyum sağlayıp döner dönerde her Allahın günü acı ile kıvranırsın prometheus gibi.Gerçi onun olayı farklıydı ateşi insanlara vermiş falan filan geçtik onları da böyle modernize edilebileceğini düşünüyormusun hala kardeşim düşünüyorsan belki bi alt paragrafta fikrin değişir.

La-iklik dediğimizin ne olduğunu hala tam olarak idrak edemedim ama anladığım kadarıyla din ve devlet işlerini birbirinden ayırıyoruz mantığıyle her türlü polemiğe dini ve o güzelim islam ahlakını meze edip sonrada cuma namazında münafıklık yapmakla eşdeğer birşey heralde yani en azından benim gördüğüm o.Kardeş laik dedin laik oldun da ne geçti eline zaten devletin dini yoktur milletin vardır e bırak da millet kendi dinini istediği gibi yaşasın müslüman rahatlıkla namaz kılsın hristiyan rahat rahat istavroz çıkarsın.Gene ikna edemediysem in bir alt paragrafa daha.

Gelgelelim ütopik dünyanın meselesine şu satırları yazarken kulağımda bir çınlama gibi
artan günlük konuşmalar var zaten.Keşke memur olarak atansam, keşke enflasyon düşse(sakın zaten düşük demeyin benzin bile artık4.08 kuruş lütfen), evlenip yuva kursam, çalışıp emekli olsam da-tabi mevcut şartlara göre mezarda oluyor bu iş- emekliliğin tadını çıkarıp torun torbaya karışık bahçemde hormonsuz domates yetiştirsem diye hayaller kuruyorsun ya hah işte senin ütopyan da bu oluyor.

Ama ne var ki biz ne kadar söylersekte ne kadar uygulamaya geçmeye yeltensekte bu ülke ezberbozanı bozuyor arkadaş iyisini sen boşver okuduğunuda unut yaşa güzel güzel Erkin babanın dediği gibi'' böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallaaaaaaaa''

saygılarımlaaaaaaa





14 Mart 2011 Pazartesi

Keşke

Keşke, keşke kelimesini hiç öğrenmeseydim hep bana seçmediğim ikinci yolu yahut seçeneği hatırlatıyor özellikle de seçtiğim taraf ümitsizliğe çıkınca yani çoğu kes keşke diğeri olsaydı diyorum.Keşke o kadar fazla kullandığım bir kelime ki bazen neden bu kadar yanlış seçim yaptığımı düşünüyorum ama diğer seçeneği hiçbir zaman bilemediğim için tam bir sonuç elde edemiyorum.Galiba kaderim bu... Evet kesinlikle bu diyebilirim hiç kazanamamışım ki, hiç keşkesiz seçeneğe ulaşamamışım ki hep keşke o olsaydı, keşke öyle olmasaydı, keşke o yoldan gitseydim, keşke onu sevseydim... böyle uzayıp gidiyor keşke listem.

Son kes diyorum keşke böyle olmasaydım,keşke böyle dramatize etmeseydim olayları keşke bunlarıu yazmasaydım yahut bana bunları yazdıracak kadınlarla, olaylarla, düşüncelerle karşılaşmasaydım.Keşke...

12 Mart 2011 Cumartesi

YAŞAMIN İKİ YÜZÜ



Bir istasyon gibidir yaşadığımız hayat nerede hangi zaman treninin geleceği belli değildir.Her tren ayrı bir maceradır yaşamda, her trenin ayrı bir hikayesi vardır aslında.ben zaman treninin ilk seferlerindeyken geldim istasyon bekçisinin yanına bana dediğini ne kadar zaman geçerse geçsin unutamazdım oğlum dedi bana, babamdan hiç duyamadığım bir sözdü bu ilk defa duyuyordum hayatta ilk defa küçükken kaybettiğim babamın yaşayıp da bana söylemesini istediğim ilk sözdü bu ama olmadı mutsuz da değildim hani ama bekçi babadan duydumya bunu dünyalar benim oldu.İstasyon bekçisi, bekçi baba dedi ki bana oğul dikkat et kendine kaç babayiğit gitti bu cendereden sonu yoktur yaşam treninin ayrı ayrı maceralara sürükler bedenini ruhunu burada bırakır getirtmez seninle dikkat et ne olur kendine üzülüp de sevdiklerini bırakma iki arada bir derede oğul dikkat et sahte cennete bırakma kendini alışma aklını senden alan meşgalelere oğul ne olur dikkat et kendine. Tamam dedim mağrur ama çelimsiz bir sesle bekçi babaya bir saygı oluşmuştu ona karşı bir umursamazlıkla birlikte dediklerini kulağıma küpe ettim edebildiğimce.

İlk yaşam treni geldi istasyonun abanoz tahtalı verandasının önüne öttürdü düdüğünü sarmaşıklara selam verircesine, savurdu gamlı dumanını neşe dolu gökyüzüne ve haykırdı rayların çizikli metallerine gidiyorum diye.Ben ne kadar dinlemiş olsam da bekçi babayı aldandım yaşamın macera trenine ve atladım sevgi kompartımanına çıktım binbir umutla beraber bu yola.

Taki ilk ayrılığımın cefasını hissedinceye dek gittim çizikli metallerin üzerinde bir de baktım ki dönüş yolu epeyce kaldı geride.Pilavdan dönenin... dedim içten içe devam ettim bu yola nacizane.Ne var ki olaylar tahminim de olmayan şekliyle gelişti ilk sevgimin karşılığı umutsuzluk ile fazlasıyla verildi ne kadar desem de öğrendim taşların acıttığını diye onlar anlattı kafamı vura vura yere.Ogün anladım bekçi babanın söylediklerinin doğruluğunu fakat ne çare,bu yola girdik bir kere diye diye diğer bir sevdaya doğru düdük öttürdü tren hayda dedik düştük cizgili metallerin üzerine.

Az gittik uz gittik dereler, tepeler, yollar, sıradağlar geçtik bir sevdanın eşiğinde daha durduk bir umutla hayda diye baktık ki bu sevdada simsiyah yaramaz bize akıtır gözyaşlarımızı ince ince fakat ne çare gönül bu dedik sabahlara dek gözyaşımızı silemedik.Yine geldi çattı bekçi babanın söyledikleri ama nafile anlamaz ki bu gönül.

Gel zaman git zaman olgunlaştık yani daha fazla yara alıp iyileştirmeye çalıştık nafile tabi ki soruyorum size hangisi iyileşti ki e tabi dayandı da yaş yolun yarısına geldi çattı dönüş yolu hayli uzak bir zamanda.Düştük yola ömrün son demlerine doğru geldim bekçi babanın yanına.Baktım ki yıkılmış abanozdan veranda solmuş sarmaşıklar sordum ki ölmüş bekçi baba yıllar beni eskitip kullanılmış tuvalet kağıdına çevirirken onu da yormuş tüketmiş hayatını göçmüş gitmiş benim yakınlarda uğrayacağım istasyona doğru orada göreve devam edecek artık olsun be ne yapalım bizde orada görürüz artık bekçi babamızı.

Ne oldu bu kadar macera, yaşam vesaire yine döndük dolandık geldik dükkana ne dükkanı diye sorma okuyucum bilirsin ne olduğunu sen.Sevdiklerimizi de kaybettik tabi ki benim bekçi babamı kaybettiğim gibi girdik bizde ateş denizlerinin içine mumdan gemileri yürütmeye fakat ne yazıkkı eriyip gittiler beni ateş denizinde yapayanlız bırakarak.Fatihe özenmiştim bende yürütürüm sandım gemileri fakat unutmuşum o karadan yürütmüştü bense ateşe dalmıştım halbuki.Yoruldum artık zamanımda geldi bekçi babanın yeni istasyonuna gitmek için hadi bana eyvallah siz düşünün artık okuyucu siz....


11 Mart 2011 Cuma

Bir Adamın Öyküsü 5


Artık son kezdi deyip gidişin vardı ya beni yapayalnız , çaresiz bırakışın.İşte o gün sigaraya ben başlamışım.Umutsuz , zavallı küçük aptallar gibi yaşarken zavallı , küçük , aptal hayatlarımız vardı senin ki aynı benim ki ayrı iki dal misali aynı gövdede bir arada sımsıkı...

Fakat senin anlamaya ne takatin kalmıştı ne de beni anlamak için ufacık bir umudun.Bulutlara bakarken her akşam sen kendini avuttun ben beni unuttum.Sonrada yalan söylemeye başladık birbirimize yavaş yavaş sinsice zehirledik aramızda ki sevgi bağlarını.Yırtılmaya başlayınca ufaktan anlar gibi olup anlayamadık ayrılığın soğuk rüzgarının ensemizdeki raksını ve umursamazca devam ettik birbirimizin başının etine yemeye.

Aniden bir ürpertiyle beraber aynı evde aynı yatakta ve birbirimizden çok uzak olduğumuzu anladık.Baka kaldık birbirimizin gözlerine anlamlı , manidar ama bomboş...hiç susmadan sabaha kadar uzattığımız geceler vardı ya hani onlarında ömrünü tüketmiştik sanki.O zamanlarında zamanı dolmuş ve ölmeye yüz tutmuştu ne sen anladın ne de ben bunu.

Bırak artık uçarı hayaller kurmayı ben senin aradığın beyaz ferrarili bilge değilim ben sadece kendi halinde basit bir adamım.Hani senin her zaman istediğin vardı ya güya onu hatalarıyla zayıflıklarıyla sevecektin işte o adam var burada.Sen git kafanı yorma fazla illa ki bulacaksın senide aldatmayı becerebilecek bir adam illa ki sen de bulacaksın katre katre seni boğacak bir adam o zamana kadar elveda masum yüzlü kirli kalpli efsane güzeli...


9 Mart 2011 Çarşamba

SOKAK RESİTALİ


karanlık sokağın yalnız penceresi
pencerenin paramparça olmuş eza perdesi
günah buğusunun sardığı masum camlar
ve sokağın başındaki pişkin bekçi

kendime rastlardım bu lanet sokakta
çoğu zaman taşlara takılırdım bir kaç dakika
beklerdim sokağın her dönemecinin başında
kendime tekrar rastlamayayım diye

fakat ne yaparsam yapayım kurtuluş yok
her yanım aynı yanar ayrısı gayrısı yok
lütfetme artık bana cefayı dedikçe
tüm üzüntüler gelir gümüş tepside

ne ne olduğumu biliyorum
ne de ne olmadığımı
masum bir çocukken ruhumu
cenabet etti hayat ona darlanıyorum
ne zaman kalkanlarımı indirirsem
bir kez daha üzüntü oklarına maruz kalıyorum


7 Mart 2011 Pazartesi

DOLDUR SAKÎ İÇELİM

doldur sakî bu gece içelim
kendimizden de hayattan da geçelim
üzüntüye kedere değil
kendimiz için içelim

doldur sakî bu gece içelim
onun eteklerine dökülen saçları için
bana bakan güzel gözleri için
onun için içelim

doldur sakî bu gece içelim
teneşir çivisi sigarayı meze edelim
akan gözyaşlarımız şarkılar olsun
şarkılar için içelim

doldur sakî bu gece içelim
gün aydınlanıncaya dek
beni güzel yarim hatırlayana dek
hatırlanmak için içelim

doldur sakî son kez içelim
unutulduğumuzu resmedelim
bizim adımız artık anılmıyor
adımız için son kez içelim

4 Mart 2011 Cuma

Bir Adamın Öyküsü 4

Yine o adamlardan biri vardı hayal penceremde.Hayatın uç noktalarını arşınlardı gizlice ve ürperdi dolu bakışlar üzerindeyken yürürdü incecik iplerin üzerinde.Sınırlara basardı parmak uçlarıyla sessizce , kimse onun olduğu gibi olmazdı çoğu zaman ,kimse onun yaptıkları cesaret bile edemezdi.Ne kadar gariplik ne kadar uçarılık varsa hepsi onun hükmündeki kuklalar gibiydi.Hususi garipsenmek isterdi bazen...

O adam hayatına hükmederdi.Çoğu insanın becerip eline alamadığı kaderiplerini o çok kez sarıp sarmalamış ,karıştırıp çözmüştü.Dedim ya hayatın uçlarında yaşayan adamdı o.Kahramanlık çoğu kez sonunu düşünmemek olsa bile o düşürdü sık sık kahramanlığına gelince kimsenin cesaret edemediği yapması kahramanlık değilmiydi.Hangimiz onun yaptığını yapabildik, hangimiz kendimizi kendi gözümüzle başkasını eleştirir gibi eleştirebildik, hangimiz hayat tecrübemiz olmadan ucunda ölüm olan yollara girdik , hangimiz masumane sevebildik yahut hangimiz darağacına gelince halka bakıp gülümsedik, hiçbirimizin yapamadığını ona yaptırdık gücümüz yetmediği yerlerde ona yükledik hayatın sille tokat ağırlıklarını.Cefayı o, sefayı hep biz sürmek istedik.O isyan etmedi hiçbir zaman sınır uçlarına basa basa lakayit gülüşüyle geçti arşınlayarak dikenli ,engelli yolları.Biz ise kukla gösterisini izleyen insanlar gibi edilgenleştik gitgide daha da fazlaedilgenleştik sonunda ise edilgen yaşam formları olduk çıktık.

Bu yüzden hep ortalama düzeyde yaşayan insanlar olduk ağlayamadık,ağlamak istediğimizde erkek adam ağlar mı dediler içimize attık.Kahkahalar atarak gülemedik hiçbir zaman.O ise yeri gelince bir sokak ortasında yalnız başına ağladı, yeri geldiğindeyse herkes ona deliymiş gibi bakarken kahkahalarla güldü ve aldırmadı bizim gibi edilgen yaşam formlarına.Hayatımızı filozoflara , ailemize yahut çevremizdekilere onaylatırken, o kafasına göre takıldı.Reddetti değer formlarını kendi benliğine hitap etmeyen aristokrat cümlelerin hepsini silip çöpe attı kullanılmış tuvalet kağıdı gibi.Mertçe sevdi sevdiğinin arkasında durdu her ne kadar sevdiği dahi ona sırt çevirdiyse de.Peki ne oldu o adama neden artık aramızda değil diye sorduğumuzda aslında cevapta yukarıdaki yazılanların içerisinde.Dedim ya biz edilgen yaşam formlarıyız ya o adam bizim gibi olacaktı ya da dünya denen fahişenin odasından ebediyen çıkacaktı.O bizim yaptığımız gibi ucubeleşmedi.Haysiyetini ,şerefini ve insanlığını alıp hayat fahişesinin odasını terketti gitti.

Ne demişti en son sözleri hala aklımda.''TEK GÖZLÜLER DİYARINDA İKİ GÖZLÜLER DAİMA UCUBEDİR.''O da ucubeliği içine sindiremediği edilgenliği kabul edemediği için terk etti gitti bizi, son anlarında gördüm en son onu hayat yarıcı kalemini kırdı,kader savcısı defterini dürdü ve darağacına kadar götürdü onu tek gözlü olanlar,edilgenler izledi ilmiğin boynuna geçirilişini ve kahpelik,cehalet,sevgisizlik son tekmeyi vurdu altındaki çelimsiz sandalyeye ve can çekişmeden halka gülümseyerek göçtü bu fahişe dünyadan.Şimdilerde onu görüyorum sürekli her ağladığımda her kahkaha attığımda yan tarafımda ki bankta oturuyor hep ve beni beklediğini söylüyor, edilgenleşen dünyaya ya ayak uyduracaksın yada yanıma gelip mutlu olacaksın diyor.Benimse cesaretim dahi yok...




3 Mart 2011 Perşembe

Bir Adamın Öyküsü 3


Tutturdum gidiyorum gibi gelebilir sizlere fakat derdim o değil bir adamın öyküsü birçok adamın öyküsüne dönüştü artık sadece ben yahut çevremdekiler değil tüm insanlığın gidiş noktası bir adamın hikayesi.Şimdide başka bir adam başka bir hayat başka bir hikaye.

Tutsaktı kendi içindeki kirli odada her taraf aydınlık fakat o zorlukta bazen dalar giderdi uzaklara duvarlarına yansırdı ağaçlar kulaklarında hissederdi kuş seslerini aldırmazdı bazen arkasından bağırmama önceleri önemsemiyor derdim beni fakat anladım ki duymazmış bazen.Ona bakarken için için o görmezmiş sadece kendi hayal dünyasında yaşarmış herşeyi dünya onun için bir dört duvarmış bazen o ise bu duvarların arasında ki mahkum bedene hapsolmuş kirli bir ruh gibi.O hep öyle söylerdi.Çoğu zaman alkolde bulurdu kendini ,benliğini çoğu kezde kafayı.Hiç unutmam dediğini bazen bir içki şişesi yaşam destek ünitesi derdi, hak vermiyor değilim ona bazen o kadar doğru söylerdi ki.

Bir bakarsın bu havalarda dolanan mülayim bir benlik gibi hissettirirdi bazense gürleyen dağlar çılgınlaşan deniz gibiydi durduramazdın kabına sığmaz taşardı,taştığında da Nuh'un tufanı gibi katardı önüne ne gelirse sürüklerdi.Neden böyle olduğunu sorduğumda boş ver derdi.Boş ver veremezdim ama onun kendini yiyip bitirmesini boş veremezdim.Ne kadar uğraştımsada bulamadım neden böyle olduğunu.

Bir akşam onun çöküntü barınağına giderken duydum öfkesinin acımtırak sesini.Camdan baktığımda gördüm sinirli, yabani ve bir o kadarda masum bedenini.Çırılçıplaktı elinde bir çello ile harikalar yaratıyordu.Tellerine öyle dokunuyordu ki elleri parçalanıyordu kan revandı fakat o aldırmıyordu sanki görüyordum aramızda değildi kimbilir hangi hayal aleminde bir melekle sevişiyordu çalıyordu sürekli zavallı çellonun azraili gibiydi.Çaldı,Çaldı,Çaldı...


1 Mart 2011 Salı

Kadınım

Evimizdeydim bugün hani hatırlarmısın şuraya yapacağız demiştik seninle bir gece yarısında dolunay tepesinde.Dolunayın en güzel göründüğü tepe olduğu için öyle demiştik oraya.Dolunay tepesi her akşamımda uğrak yerim bazen sığınacak liman olmuştu bana sen gidince.Dediğimi yaptım ben, sen hayatımdan çıkıp gidince.Dolunay tepesine kurdum ufacık soğuk bir kulübe.Sen yoksun diye buz kesti camları ısıtmıyorum da oraya, sen yokken ısıtıp ne yapayım.

Bu gece yine oradaydım soğuk odaya rağmen hissetmiyordum soğuğu ve birden senin hayalin geldi odaya aynı eşsiz güzelliğinle salındın geçtin yanımdan ben seni izlemeye koyulurken yaktın şömineyi ellerinle ve bana baktın içim ısındı birden güzel kahverengi gözlerini görünce.Bana değilde sanki yüreğime bakıyordun sımsıcak sonra canım buğusunu sildin bakakaldın aniden neye baktığını görmeme gerek yoktu biliyordum hayalimizdeki gibi dolunayı seyir ediyordun.

Masum yüzündeki iki damla yaşa şahit oldum içimden neden sorusu geçiyordu sürekli anlayamamıştım o zaman sebep neydi diye sonra karıştırdım eski kitapları amaçsızca neden karıştırdığımı dahi anlamadım ama olsun dedim devam ettim tozlu sayfaları yoklamaya ve aniden şu kelimeleri gördüm seninle beraber aldığımız kitapta.''Sensiz bu ömür çekilmez,seninle hiç mi hiç çekilmez.Seni seviyorum''Birden ne olduğunu anlamadım yüzün kapkara kesildi bana bakarken cehennem bile halt etmiş yanında güzellik abidem hayat pınarım birden kurudu çirkin bir cadıya dönüştü sanki.Bakışların manidardı fakat ben hiçbir şey anlamıyordum.

Ta ki hayalin kayboluncaya dek.Kaybolunca hayalin senin baktığın pencerenin yanına gittim dolunay ihtişamı kaybetmiş solmaktaydı o an gözüme pencere camının buğusuna yazılı üç kelimeyi gördüm.''Keşke beni kaybetmeseydin''.

Bir kalbim olduğunu anlamıştım o an çünkü kırılmıştı en derin en yumuşak yerinden hiçbir zehir hiçbir uyuşturucu dindiremezdi acımı o an sen gidince yoktu bunlar neler oluyordu bana aşk denen üç harflik kelimeyi bilmezdim ki ben.Birden dank etti kafama ben seni tanırken aşkın üstüne çıkmıştım derin uçurumun yokluğundan sonra düşüşümü anlamamışım şimdiyse cahilliğime yanıp seni anacağım her gece burada belki tekrar gelirsin diye rüyalarıma.Tahta iskelede ben oturacağım bu sefer her dolunay günü bakacağım dolunaya yıldızların ona semadaki dansta eşlik etmesini izleyeceğim rüzgar savururken saçlarımı ben seni bekleyeceğim.

Seni daima seveceğim...

Gitme


gidiyorsun fakat acılarla iç içe
yürüyorsun yağmurlu sokaklarda ümitsizce
bakmıyorsun bile ardına
gözlerim gözlerine değer diye

uğraşma boşu boşuna gidemezsin
gitsen dahi ardında bırakırsın
her gün küfrettiğin kalbinden bir parçayı
benimle beraber terk edersin hayata

gidiyorsun hüzünlü bir güz akşamında
sırtında ki paltoya vuruyor bir kaç damla
yağmur sanıyorsun sen ama
benimse gözlerim bulutlarda

vazgeçtim artık kandırmam seni yalanlarımla
yeter ki gitme kal benim yanımda
eskisi gibi yansın ocağımız
ve eskisi gibi mutsuzluklar kalsın ipsiz sapsız

ne kadar söylensemde nafile biliyorum
gideceksin,çoktan almışsın bavulunu zaten
durduramam seni onuda biliyorum
ama son kez içtenlikle diyorum

GİTME...

28 Şubat 2011 Pazartesi

Bir Adamın Öyküsü 2


Soluk yüzlü kemanistten sonra şimdide yaşamın kıyısındaki adam var satırlarımda.Hiç güneş görmemiş kadar beyaz yüzüyle aydınlatırdı dünyaları.Herkes mutlu mesut yaşarken o gezerdi hüznün gölgesinde geceleyin ve kimse bilmezdi neler hissettiğini daima insanlara mutlu gözükürdü gülerdi çoğu kez insanların yanında.Her zaman bir cümlesi vardı ona akıl danışan adamlara satmak için ve her zaman bir cevabı vardı insanlara hayat neden bu kadar sıkıcı sorusuna yanıt diye.

Ne mi oldu bu adama?Hıh ne olacak insanlara sattığı mutluluk her gece yarısını vurduğunda mutsuzluğa bıraktı kendini içini depreştiren karanlık biraz daha çaresizliğe sürdü adamı.Direnci çoğu gece dimdik ayakta kaldı bazense denize karşı bir parça esrar sardı unutmak için yalnızlığını şizofren bir hayalle avutmak için.Bazı gecelerdeyse intiharı düşündü içten içe yanarken yüreği başından geçen sevdaları düşündü.Çare bulamadığı yalnızlıkları kağıtlara satır satır mısra mısra işledi çoğu kez fakat çare bulamıyordu damarlarında dolanan çaresizliğe bir çare yoktu.

Hayatın kıyısında kalmak onun için kader, eş değer bir vaziyet almıştı artık.Hep uçurumun kenarında yüksek debili bir hayata mahkum kalacaktı.Dozu birazcık az verse üstüne gelen dünya onu uçurumdan atacaktı.Bir eroin bağımlısı gibiydi sürekli yüksek doza ihtiyacı vardı her seferinde biraz daha fazla ızdırabla sınanırdı ve bu ızdırabın dozu gittikçe artarken onunda azraille münakaşası gitgide artmaktaydı.Dedim ya çaresizdi diye bir çözüm yolu bulmak bir kenara dursun çözüm lafını ağzından kaçırması bile yasaktı, yasaklanmıştı ona çözüm , sevgi, mutluluk kelimeleri mimlenmişti hayat denen tiran tarafından. Şakağına namluyu dayamaya ramak kalıyordu her seferinde, bir elin onu uçurumdan çektiğinden değil kendine yakıştıramıyordu çoğu kez hayat denen tiranın ondan üstün olduğunu varsaymayı fakat ne kadar üstelesede olmuyordu olamayacağını bilebile sürekli savaşmaktanda yorulmuştu.

Artık hayat onun için despot tiran o ise iskelede oturan masum çocuktu.Tiran ne derse desin atmıyordu kendini aşağıya sadece manzarayı izliyor ve bir gün kurtulacağını ümit ediyordu, boşa ümit ediyordu.Ölümün soğuk uykusu birazdan başlayacaktı gitmek artık bir kaçış değildi, ölmekti asıl olan peki ya hayalleri ne olacaktı silinip gidecekti tarihin tozlu sayfalarındaki kölelerin hikayeleri gibi ve öylede oldu zaten.Onu çağıran ölüme yüksek dozla gitti hayatın ona vurduğu yüksek doz değildi bu sefer ki kendine olan saygısını da bir kenara bırakıp eroinmanlar gibi yaptı altın vuruşunu güçsüz kalan sağ koluna ve hiçbir zaman göremediği tatlı bir rüya ile veda etti despot tirana ve herkes ardından timsah gözyaşlarını dökerken ben en arka tarafta gülüyordum ağzımdaki ondan kalan son esrarlı sigarayla onu uğurlayan kelimelerim ''kurtuluşa doğru git kardeşim sana hoşçakal demeyeceğim bu duruma ibaret sana son sözüm sonra görüşürüz olacak... ''oldu.Dedimya hoşçakal demeyeceğim sonra görüşürüz kahraman kardeşim.







Tan Vakti

karanlığın son demleriydi tan vaktine yakın
gece güneşi batmak üzereyken
yıpranmış rüzgar kaldırırken sarı yaprakları
hırçın dalgalar vurur kayalara
yıldız yağmuru başlar kimsesiz sokaklarda

haşmetli görünüşlerine aldanma binaların
hepsinde hüzün var hepsi bekçisi günahın
sabâya aşık ve bir o kadar kindardır
gündüzün dostu gecenin mecnunu kuşlar

bir ürperti vurur vücuduma aniden
eserken sabâ rüzgarları cânı gönülden
hıçkırarak ağlarken hüzünlü dolunay
biterdi gece ölürdü yavaştan
bırakırdı yerinin çöküntü aydınlığa
ve doğardı aniden zulmet-i ziyâ

Gece Bitince

denizle konuştum bu gece
yokluğunu anlattım saatlerce
o anladı beni ince ince
yanlışlarımla bıraktı beni gece bitince

rüzgarla konuştum bu gece
saçlarından bahsettim dilim döndükçe
o anladı beni esmesi dinince
kokunla bıraktı beni gece bitince

yıldızlarla konuştum bu gece
gözlerinden bahsettim sessizce
o anladı beni sönmeden önce
bakışlarınla bıraktı beni gece bitince

kelimelerimle konuştum bu gece
ona bir şiir yaz dedi efkarın dinince
o anladı beni kalemin sonu gelince
sesinle bıraktı beni gece bitince

27 Şubat 2011 Pazar

Ruh-i Giriftar

Karanlığın hizmetkarları yıldızlar ve kara köpüklü dalgalar vardı etrafta.Masalsı güzellikleri arardı gözlerim ufkun pençesinde ama ne yazık ki yoktu hiçbiri, gitmişlerdi deniz denen bin başlı ejderin hükmü altına yok olmaktaydılar.Bu karanlık hükümdarın tek aydınlık savaşçısıydı dolunay savaş meydanında ki son yiğit misali birazcık da olsa yansıtıyordu ışığını masumane yüzlere doğru ışık saçıyordu.Bense bu karanlık hükümdarlığın bekçisiydim her an karanlığın yanıbaşında oturup sigaramı nefeslerdim.Benden rahatsız değildi karanlık arkadaş gibiydik onunla fakat diğerleri onların ne günahı vardı ki...

Hazin karanlığın son zamanlarına doğruydu güneş denen şeytanın huzurumuzu bozmasına ramak kalmıştı bunu gören gece dönüp söylendi bana ''artık git git ve mutlu ol benim dünyamın en kötü tarafı bir gün aydınlığa kavuşmasıdır bunu yaşayacağına öl daha iyi benim her sabah vakti çektiğim işkenceyi sen çekme bırak günün prometheusu ben olayım, bırak her sabah olduğunda ben acı çekeyim ebediyete kadar hemde, sen git git ve kurtar kendini beni böyle kendimle bırak''gözlerimden bir damla yaş yüzüldü yanaklarıma ve üstelemedim asla dediği gibi yaptım gittim onu kaderine terkettim.O karanlığın hükümdarı her akşam olduğunda günahları örtmeye çalışır kötülere uykularında ceza verirdi ve her gün doğumunda ceza biter kötüler yol almaya görünür günaha başlarlardı ve bu da karanlık hükümdarın en nefret ettiği ve en çok acı çektiği şeydi.Keşke ona yardım edebilsem keşke karanlığın hanedanı keşke...

Gündem Kandırmacası



İşte gündemin kandırmacası.Fahriye Erdal,Kaddafi ve Marmaray bu üç başlık şuanda tüm gazete ve medyayı sarmış durumda.Kaddafinin el konulan parası(bana ne kardeşim) Fahriye Hanımın kendi örgütü tarafından öldürülmesi(zaten yakalaya mıyosunuz ki!) Marmaray üç buçuk senede bitecekmiş(sizin bu işgüzarlığınızla otuz beş senede bitmez) haberleri gündeme deyim yerindeyse bomba gibi düşmüş.E be kardeşim kaddafiye bakacağına yanaşan kendi iç savaşını ve potadan dönmüş üç darbe planını düşün geldi geçti deme zaten sevmem baştakileri boşu boşuna reklam yapmayın bari.Fahriye Erdal olayına gelince kırmızı bültenle aranan Fahriye Hanım kendi örgütü tarafından öldürülmüş, öldürülmüş tamamda e zaten yakalaya mıyordunuz bu kadar lanse etmenin bir faydası var mı, yok.E daha ne o zaman nedir bu medya maymunluğu.Hiç şüphem de yoktur yakında bazı kesimler başlar''Fahriye erdal öldü mü / Issız acun kaldı mı '' diye ağıt yakmaya.Gel gelelim kuru marmarayın faydalarına , gelelim gelelim de kaç senedir bir marmaray türküsü tutturdunuz gidiyorsunuz şimdide açıklama üç buçuk senede bitecek sizin bu hal tavırlarınızla nah bitecek.Bu kadar olay bu kadar gündem işte.Zam üstüne zam yiyen petrol fiyatları kimsenin umurunda değil belki ama okula giderken bildiğin vasıtanın fiyatı artınca, eve aldığın tüpün fiyatı artınca dank eder kafana o zaman görürüm sizi.Okulunuz bitince kpss dalgası üstünüze vurursa görürüm abandone olan beyinlerinizi.Ha diyeceksiniz ki sana ne.Benden diyeceğim ki baştaki büyüklerin abdestini kaçırmam lazım mazallah abdest almayı unuturlar yaşları geçti münafıklık ederken günahlarını azaltmayayım...

Sürç-i lisan ettiysem affola.

Bir Adamın Öyküsü

Her şeyin başında bir evdeydi adam tek başına.Ağzından düşmeyen bir sigara ve bir de kemanı vardı yalnızca.Masum değildi tabi ki hangimiz masumuz ki fakat düşleri vardı hepimiz gibi ufak bir sahnede keman çalmak gibi...Basit bir o kadarda şirindi başta herşey.

Sıkılırdı sürekli dört duvarın arasında bazen yazıverirdi kendini virâne duvarlara.Satırlarca yazardı bir ufak kalemle bazense bakardı küçük penceresinden etrafa görmeye çalıştığı şeyler dışında herşey vardı karşısında.

Kaç kere bakarsa baksın göremezdi ne bir güzelliği ne de bir sevgiliyi.Bomboşdu kalbi yahut bana öyle söylemişti ama anlardım gözlerinden masum yüzlü bir meleği severdi.Her akşam uyurken onun adını sayıklardı defalarca ve ardından uyanırdı ter içinde kan revân bir vaziyette.Bana bakardı ve sakinleşirdi , ufak bir gülümsemeyle koyardı başını tekrar yastığa.Uyur gibi yapardı yapardı diyorum çünkü bilirdim uyumadığını o rahatsız yayları dışarı fırlamış yatakta zaten uyunamazdı ki hele o camsız pencere yok mu kış ayları tir tir titretirdi onu, o ise aldırmazdı yazardı duvarlara.Bir gün sordum ona ne yazıyorsun duvarlara diye, güldü geçti bana boşver anlamassın dedi oysa ki her defasında gözlerinden anlardım o masum meleği yazdığını, kaybolan insanlığı yazdığını,cesaretsiz insanların yapamadıklarını herşeyi yazardı sonrada sen anlamassın deyip beni kenara atardı ama yok öyle yağma ben anlarım arkadaş.

Onu en son gördüğümde duvarlarda boş yer kalmamıştı elinde kemanıyla duvara yaslanmıştı ağlamıştı belliydi ama kurumuştu göz pınarları sanki ağlamama değecek kimse yok der gibiydi.İçeri girdiğimde ise dur girme dedi.Neden diye soramadım bile o kararlı kan çanağı gözlerini görünce ,mecburen çıktım oradan ve iki dakika bile geçmeden hırçın bir silah sesi DAN!Öylece kalakaldım yerimde gözümde düşmek için yerçekimiyle yarışa giren gözyaşlarımla öylece kalakaldım belki beş dakika belkide beş saat zamanı unutmuştum o an dağ gibi adam canına kıymıştı.

Gecince bu lanet bekleyiş hızla çıktım yukarıya aralayıverdim kapıyı ve baktım ki o adam sapasağlam karşımda elinde dedenen kalma altıpatlar ile duruyor ayakta.Yere baktığımda ise inanamadım kemanı yatıyor yerde tam ortasında kurşun deliği aniden dönüp sordum adama neden dedim.Dedi ki ''bunca yıl yaşadım kemanımla ve artık birimizin gitme zamanı geldi ya sben gidecektim yahut hayallerim.Bu dünya üzerinde zaten hayaletim keman çalmakta başka hiçbirşey beceremezdi zat-ı âlim bari kendi kafama sıkanıyorum hayallerime kurşun sıkayım dedim.'' işte son sözleriydi bunlar sonrada aldı başını gitti hiçbirşey demeden, bir daha da göremedim o yalnız adamı bu kırık duvarlı odada.