maskeli allâme

maskeli allâme

22 Ocak 2013 Salı

İNTEHARCI

Boşluk... Nasıl olduğunu yada neden yapıldığını sormak anlamsız, hislerinin hepsini kaybettiğini ,göremediğini, duyamadığını düşün. Hatta düşünme bile. Hiçbirşeyin bile olmadığı bir boşluk. İşte tam şu anki hali gibiydi onun. Yalnız olduğunu söylememe gerek bile yok, bu vaziyetin içerisinde ki adam zaten yalnız olma hali dışında bir halde var olamaz. Sadece elime geçen üç beş yırtık günlük parçaları idi onun anlamlandırmamı sağlayan yada ben öyle zannediyordum.

Uyandım. Burası neresi.. Hıh tabi ya masanın üzerindeki yarım kalmış içki şişesi benden başka kime ait olabilir ki. Benden başka kim böyle berbat bir yerde yaşar ki. Bir bardak kahve aldım bu saatte içecek halim yok ya. Daha erken en azından benim için, şu kirli odanın haline bak, Köpek bile yaşamaz...

Kimi kandırıyorum neden kendi kendime konuşuyorum ben şu lanet dünyada beni umursayan yada her ay başı kirasını almak için gelip de alamayan ev sahibinden başka hayatta olduğumu umursayan bir insan bile yok. İnsanı geçtim bir canlı yok, sivrisinekler bile odama girmiyor. Bu melanetlik içerisinde yaşayıp yaşamamın bir anlamı olmasını isterdim ama yok. Olmayacakta. Şu sokağın haline bak binlerce insan geçiyor buradan ama hiçbirinin umurunda değilim, kendimi geçtim diğer insanlarında umurunda olan bir insan yok. Acıları, sevinçleri, hüzünleri yada o ağız dolusu kahkahaları hiçbiri gerçek değil. Bu insanlar gerçekliğin soyutladığı yaşamsal organizmalar o kadar fazlası değil. İnanmasaydım ruhlarının dahi olmadığını söyleyebilirdim. Gerçi inancımın ne değeri var ki onunda umurunda değilim. Benim tek farkımda olan heralde şuan odamı herhangi bir yerinde kendimi asmamı bekleyen şeytan herhalde. Onun da isteğini gerçekleştireceğim. Belki şimdi belki başka zaman.

Kahvem bitmiş, saatte epey ilerlemiş... Artık içmenin vakti geldi. Eyvah dolapta sadece bir şişe rakı kalmış, neyse problem değil yeter bu gecelik. Doldurdum sek, mezesiz içiyorum. İnsanların tanımsız suratları geliyor önüme hiç tanımadığım yada daha önceden tanıyıp da kaybettiğim. Yüzleri yavaşça siliniyor hafızamdan unutuyorum yavaş yavaş. Uzun süredir acı çekmediğimi hatırlıyorum aniden. Acı nasıl bir şeydi bu soru bile içimi yakıyor. Masanın üzerinde bir jilet beliriyor gözüme hafif paslı. Jileti alıp koluma bir çizik atıyorum çok derin değil, canım yanmıyor akan epeyce kana nazaran. Bir kesik daha , bir kesik daha hissetmiyorum.

Acıyı unutmuşum bunu fark ediyorum. Şu lanet dünyada elimde olan son hissi de kaybetmişim. Evet şeytan kısık kısık gülümsemelerini duyuyorum biraz daha zorlasam göreceğim hatta, peki istediğin olsun. Bileğime derin bir kesik açıyorum. Hıh yine acı yok. Oluk oluk kanım akarken bileğimde bir uyuşma hissediyorum. Garip, çok garip bir uzun bir süreden sonra fark ettiğim tek his. Bir ürperme alıyor bedenimi, hafif de bir titreme galiba üşümeye başladım bu yaz sıcağında. Son kadehimi içiyorum tek yudumda galiba artık içkiyede ihtiyacım olmayacak.

Eğer bu not birinin eline geçerse okuyan kişi şunu unutma ölümünde yaşamdan bir farkı yok....

18 Ocak 2013 Cuma

Başlıksız

Siyah bir sisin gölgeleyebileceği en berbat günlerden biri değildi belki ama karanlığın esaretine giren yıldızlar bir kez daha yalnız bırakmıştı bizi. Ben ve o soğuk, hafif ıslak bir bankta oturmuş konuşmadan birbirimize bakıyorduk meze ettiğimiz hicranlarımızı beş para etmeyecek iki şişe şarapla tırtıklarken gecenin soğuk rüzgarlarına karşı paltolarımız siper ediyorduk. Derin bir of çekti o, elindeki gazete kağıdına sarılı şarap şişesini ağzına götürürken, büyükçe bir yudum aldı gözyaşları daha yanaklarından süzülmeden ve incelttiği bakışlarına ufuk çizgisine dikti. Neredeyse sağır olacaktım gözlerinin aralıksız haykırışlarında. Gözlerini ufuktan ayırmadan bana bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ama ikimizinde farkında olduğu şey birbirimizle konuşamadığımızdı.

Tüm duygularını odaklamaya çalıştı ve güç bela ağzından bir kaç kelime dökebildi, ne söylediğini hatırlamıyorum eminim ki o da hatırlamıyordu ve karanlık inatla üzerimize kapanıyordu. Soğuyan sadece hava değildi, yüreklerimizde ağır ağır soğuyordu, en acısıda hiçbirşey yapamıyorduk. Aslında bir başlasak dünyanın sonuna kadar anlatabilirdik birbirimize nasıl sevdiğimizi ve neden şu an elimiz kolumuz bağlı bu bankta oturduğumuzu. Edebiyat yapamazdık, tatlı yalanlar edemezdik çünkü beceremezdik. Karizmatik, yakışıklı, güzel yada alımlı falan da değildik. Biz sadece tek suçu aşka inanmak olan iki hercai serseriydik. Sen benim hiçbir şeyimsin diyemedik yada mecbur değildik. Basitçe sevebilmeyi dahi beceremeyen sakar tiplerdendik.

Hiçbir zaman karışamadık toplumcu gerçekçi yalnızlığa yada yüksek rakımlı dağlarda çatlamış budaklarımızı birine dayatamadık. Sevemedik rezilce, hiç yorulmadık ansızın. Bülbüllerde bizim lisanımızla ötüşmedi, şaraptan başka günahta işleyemedik doğru düzgün. Filozof olmaya da çalışmadık sırılsıklam aşıkta olamadık.

Biz sadece birbirini seven iki aşıktık. Basit, sıradan... Öyle ki aynı gece vakti aynı bankta oturup aynı şeyleri düşünüp aynı içkiyi içerken bile birbirimize söz söyleyemedik. Ne o siyah saçlarında yalpalayan rüzgara meyletti nede ben onun gözlerini izlerken konuşabildim. Sustuk, belkide ebediyete kadar. Sonrasında yavaşça doğruldu, hançerli gözlerini bana dikti, ben dondum, şarabı kafasına dikti, şişeyi denize fırlattı ve sevemeyiz artık dedi o gün aklımda kalan iki kelimeyi söyledi ve kız başına karanlığa kapılıp gitti.

Uyandım, sırılsıklam olmuştum... Başımı çevirdim o hala uyuyordu...