
Gecikmeden kahve yapıldı ve tek dostum olan sigaramla beraber berbat ama alışılmış kirli sokak manzarası izlenmeye başlandı. Her Allahın günü bu sokağa neden baktığımı dahi umursamadan sokaktaki çöp kovalarını ve sokağı mesken edinen bir kaç evsizi yokladım. Hepsi yerli yerinde ve olması gereken kadar berbat görünüyordu bir şey hariç... Sokağın uç köşelerinde bir genç kız hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.Tanıdığım daha doğrusu tanıdığımı sandığım ve beni bu odaya hapseden insan nüsveddelerinden farklı bir mizaçtaydı. O an dünya üzerindeki bir çok çeşidi olan ve halk arasında dert denen şeyin ne olduğunu bir kez daha anladım ama umursamadım ve zaten dertleri ne zaman umursadım ki; umursasaydım 4 gün sonra 3. celbi gelecek olan elektirik faturasının cezası için telaşlanırdım. Adam sen de! Fakat herşeyi bir kenara atıp o kızın derdi takıldı aklıma acaba neydi diye, sonrasında o hafiften çarpık pencerenin önünde bir rol biçtim o kıza. Dert sayılacak her olguyu yakıştırmaya çalıştım o minicik bedene. Aşk dedim , aile dedim, modern çağın tanrısı para dedim, ölüm dedim, dedim, dedim, dedim...
Bu konu üzerine yaptığım içsel diyaloglardan sonra hayal dünyamın kapısını aralayıp gerçek dünyaya dönüş biletini aldım ve geri geldiğimde o kızın aslında oradaki eski bir kıyafet olduğunu gördüm. Meğerse herşey bu lanet ettiğim kafamın uyduruk halisilasyonlarıydı. Ah bu umursamadığını sandığım kafam bazen gerçekten beni şaşırtıyor.
Hayır inanmayın aslında kafamda bir problem yok. Ben bu umursamazlığımla kendimi kandırıyorum ve kendimi kandırmayı bıraktığım anlarda önceki yaşamımın izlerini yansıtıyorum bu kirli sokağa, bu kirli sokak tamamen hayatımın parçalarından oluşma sanki.
Kim bilir belkide gerçekten öyledir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder