maskeli allâme

maskeli allâme

24 Mart 2011 Perşembe

seni sevmek,
ateşin üstünde yürümek misali

seni sevmek,
bulutlardan yeryüzüne zıplamak misali.

bildiğim tüm duyguları unuturken
rastlamak her sokak başında kendime,
sorular sormak yüreğime,
ve anlatmaktan yoksun kalmak.

bazen en karanlık zindanda aydınlıkla işkence edilmek
ve bazen en yakıcı ateşlerde suyu seyir etmek
yıkılmak en büyük felaketlerden kurtulup,
karıncanın yürüyüşüne tuzla buz olmak.

koşmak bazen cehenneme, bile bile
ardına dönüp bakmadan atmak kendini gayyaya.
korkmamak en cani katilin dahi karşısında
ruhunu bedeninden ayıracak diye.

dedim ya seni sevmek:
dünyanın en bahtiyar adamından
en rezil insanı olmaya benzer.

çoğu kez anlamsızlığında anlam bulmak,
sevgisizlikten yakınmamak;
hayata küfretmemek kadar zor gelir.

ve coğu kezde bir omuzda ağlamak kadar
kolay gelir.

sen sevmek kelimesiyle baş edemezsin
benim sevdiğim çünkü sen değilsin.
git artık, uğraşma benle
ben meşgul bir adamın
en büyük uğraşımdır,
seni sevmek...

23 Mart 2011 Çarşamba

Ağlayan Şehir

yalnızlığın gem vurduğu, at koşturduğu yerdi
bizim tek başımıza sıkıldığımız kalabalık.
yer yer rastlamak mümkündü kuru gözyaşlarına,
ruhlarımız esir kampında hepsi kurbanlık.

ağlardık bizde sık sık, câbeca
duyan olmazdı sesimizi bu kalabalıkta
bazen sevişirdik gök kubbenin altında,
yalnızlıkla...

utanmazdık, sıkılmazdık bunları icra ederken
ruhlarımız kirlenmişti zaten ezelden,
kükrerdik, yırtınırdık kafesteki aslan misali
fakat hepsi beyhude gelirdi, beyhude giderdi.

çare yok, hiç de olmamıştı zaten
kurtuluşu arayan bizim gibi binlerce neferden,
arda kalan sadece ağır gaziler
onlarda yorgunlar.

en son katrenin düştüğünü görünce
inanmıştım ağlayan şehire,
o gün o şehir yalnız kalmasın diye
bende ağladım delicesine...

21 Mart 2011 Pazartesi

Bir Adamın Öyküsü 6

Yağmur döverken ıssız sokakları, peyda olan yalnızlıklar vardı.Umutsuz ve bir o kadar da çaresiz adam, bu yolda ıslanmaya başlamıştı.İnancı yoktu hiçbir şeye dair ama hüzünlüydü, karmaşıktı...Her şeyden öncesinde yalnızdı.Hep yalnız olanlara adanmamışmıydı ıssız sokaklar, köhne tavernalar ve tabi ki gece karanlığında dolunayın aydınlattığı deniz kenarında ki banklar.Hepsi yalnızlığın bekçilerinin mekanları değilmiydi.Hepsinde binlerce anıyla arkadaş gözyaşları yokmuydu.

Bilirsiniz sizde o çaresiz adamlardan biriydik evvel bir zamanın içinde belki onlar kadar asil bile değildik, ağlamayı zayıflık zarar vermeyi güç bilirdik hatta hala biliyoruz bile.O adam o gece o ıssız sokakta yürüdü diye dolunayın aydınlattığı o bankta oturdu ve için için ağladı diye hep acıyarak baktık ona ama o bizim hayalimize bile giremeyecek kadar güzel ve bir o kadarda manidâr bir sevgiye çoktan yelken açmıştı biz farkında bile değildik.Hepimiz maskelerimizi boyamaya başlarken o yağmurun altında maskesini yere attı iğrenç yüzü kaybolsun diye.Biz daima kral çıplak diye bağırırken o zaten çıplaktı krallığa lüzum bile görmeden.

Kabul edelim hepimizden daha cesur ve daha cüretkardı.Çoğu kez bana dönüp dönüp şunu da derdi."Sen benim gibi yalnız kalmazsın ,sen benim çektiğim acılara dayanamazsın , sen hiçbir zaman sevmeyi bilmeyeceksin, sen aşkı tadamayacaksın , sen ağlamayı bile beceremeyeceksin çünkü bunları yapmana masken asla izin vermeyecek, lanetli dünyanın lanetli insanlarının şaklabanı olmaktan başka hiçbir şey değilsin ve bundan sonrada ne kadar uğraşırsan uğraş ne kral değişecek nede şaklaban."Canımı yakmamıştı ilk defa söylenen doğrular farkındaydım çünkü söylediği herşeyin o onuncu köyündeydi ve göç zamanları yakındı bense doğduğum yerden bir adım dahi atamamıştım.Son kez onun ardından bakarken bana döndü ve dedi ki "Onuncu köye gidiyorum, orada öleceğim bunu da biliyorum, bir gün oraya gelirsen beni ziyaret et ama süslü çiçekler ve dualarla değil acılarınla , hatalarınla, başarılarınla gel...".

20 Mart 2011 Pazar

Ehli keyfin keyfini kim tazeler kim yeniler,ehli keyfin keyfini taze elden taze çekilmiş taze kahve tazeler de ne taze el var nede taze kahve.Olsun bayatta olsa yaptık bir kahve içine de bir kapak viski fazlası yoktu başta sadece anlamlar karışsın ufaktan ve ensemde ufak bir rahatlık için kalkıştım her şeye ve tabi ki de yanında Dıranasın şiirleriyle bir pazar gününün gecesini anlamlandırmak istedim lakin içimde kıpraşan farklı şeyler farklı düşünceler vardı beni benden alıp uzak diyarlara götüren ve asla geriye getirmeyen masumane duygular.Hiç boşuna uğraşma elimizden kaçamazsın diye fısıldadılar kulağıma bende tez canlıyım ya eyvallah ettik mecburiyetten.

Yayıldım eski püskü ama sevdiğim o cefakar koltuğuma ve düşünce dünyamın sert dalgalarında sörf yapmaya başladım.Kimi dalgalar berraktı bembeyaz,kimisi ise gayya kuyularından bile iğrençti ses etmedim yinede deniz benim denizim olduğundan problem teşkil etmez dedim.Baktığım yerlerin her bir tarafında ayrı bir kadın vardı bu ayrı kadının yanında ayrı hüzünler, ayrı cefalar, ayrı sefalar, ayrı ayrılıklar ve bambaşka itiraflar...Hepsi güç birliği etmiş beni hüznün sokağından geçirmemeye kararlılar, olsun problem teşkil etmez zorlada olsa zorlamadan da olsa geçecektim birkere ve geçtim de hıncahınç yırtarken tırnaklarım toprağı debelene debelene geçtim bu yolu.

En sonunda vardığım yer ise işte tam bulunduğum nokta merhametsiz dünyada merhameti dağıtan adam değilim belki ama anılarım ufak tecrübelerim ve hassasiyetlerimle ufak bir prometeuhus dan ne farkım var ki...

17 Mart 2011 Perşembe

Tipik İnsan Manzaraları


Ne de olsa şimdi ülkemizde manalar ipliği geçtim mikro milimlere kadar yolu olan bir incelik merasininde uzatmayalım incedir işte.Ak deriz önce sonra birden kararır etraf ne eyvallah edip, BEN DEDİM LAN!deriz nede inkar ederiz birşeylerin üstüne başka şeyler koyup uzattıkça uzatırız mevzuları.Kimsede hesap soramaz neden böyle yapıyoruz diye.E be kardeşim madem bir vizyona sahipsin, bir düşüncen var,e aklın da var,tutarlı kararlarda veriyorsun da ne diye dansöz gibi kıvırıp oy vay edersin.Taktın bir kere medeniyet ,laiklik,ütopik yaşam vesaire gidiyorsun ama nerelere.
Öncelikle medeniyet denen otuz iki dişli canavardan başlayalım.Eski tabir ile emperyalizim yeni adıyla özelleştirme olaylarına birebir müdahaleyi eksik eylemeyen fiili değilde psikolojik ve ruhani baskıları kullanmayı hak bilen ve insan haklarını çiğneyip üstünü örtüp hala biz hümanistiz diyen nam-ı diğer batılı ,gelişmiş devletler.Çoğumuz modernliği onlar gibi yaşamakla elde edeceğine inanıyor, anlamıyorum hiç demir çarkların arasına el koyulurmu hadi koydun e kardeşim ya o elin ezilir yok olur yada o çarka uyum sağlayıp döner dönerde her Allahın günü acı ile kıvranırsın prometheus gibi.Gerçi onun olayı farklıydı ateşi insanlara vermiş falan filan geçtik onları da böyle modernize edilebileceğini düşünüyormusun hala kardeşim düşünüyorsan belki bi alt paragrafta fikrin değişir.

La-iklik dediğimizin ne olduğunu hala tam olarak idrak edemedim ama anladığım kadarıyla din ve devlet işlerini birbirinden ayırıyoruz mantığıyle her türlü polemiğe dini ve o güzelim islam ahlakını meze edip sonrada cuma namazında münafıklık yapmakla eşdeğer birşey heralde yani en azından benim gördüğüm o.Kardeş laik dedin laik oldun da ne geçti eline zaten devletin dini yoktur milletin vardır e bırak da millet kendi dinini istediği gibi yaşasın müslüman rahatlıkla namaz kılsın hristiyan rahat rahat istavroz çıkarsın.Gene ikna edemediysem in bir alt paragrafa daha.

Gelgelelim ütopik dünyanın meselesine şu satırları yazarken kulağımda bir çınlama gibi
artan günlük konuşmalar var zaten.Keşke memur olarak atansam, keşke enflasyon düşse(sakın zaten düşük demeyin benzin bile artık4.08 kuruş lütfen), evlenip yuva kursam, çalışıp emekli olsam da-tabi mevcut şartlara göre mezarda oluyor bu iş- emekliliğin tadını çıkarıp torun torbaya karışık bahçemde hormonsuz domates yetiştirsem diye hayaller kuruyorsun ya hah işte senin ütopyan da bu oluyor.

Ama ne var ki biz ne kadar söylersekte ne kadar uygulamaya geçmeye yeltensekte bu ülke ezberbozanı bozuyor arkadaş iyisini sen boşver okuduğunuda unut yaşa güzel güzel Erkin babanın dediği gibi'' böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallaaaaaaaa''

saygılarımlaaaaaaa





14 Mart 2011 Pazartesi

Keşke

Keşke, keşke kelimesini hiç öğrenmeseydim hep bana seçmediğim ikinci yolu yahut seçeneği hatırlatıyor özellikle de seçtiğim taraf ümitsizliğe çıkınca yani çoğu kes keşke diğeri olsaydı diyorum.Keşke o kadar fazla kullandığım bir kelime ki bazen neden bu kadar yanlış seçim yaptığımı düşünüyorum ama diğer seçeneği hiçbir zaman bilemediğim için tam bir sonuç elde edemiyorum.Galiba kaderim bu... Evet kesinlikle bu diyebilirim hiç kazanamamışım ki, hiç keşkesiz seçeneğe ulaşamamışım ki hep keşke o olsaydı, keşke öyle olmasaydı, keşke o yoldan gitseydim, keşke onu sevseydim... böyle uzayıp gidiyor keşke listem.

Son kes diyorum keşke böyle olmasaydım,keşke böyle dramatize etmeseydim olayları keşke bunlarıu yazmasaydım yahut bana bunları yazdıracak kadınlarla, olaylarla, düşüncelerle karşılaşmasaydım.Keşke...

12 Mart 2011 Cumartesi

YAŞAMIN İKİ YÜZÜ



Bir istasyon gibidir yaşadığımız hayat nerede hangi zaman treninin geleceği belli değildir.Her tren ayrı bir maceradır yaşamda, her trenin ayrı bir hikayesi vardır aslında.ben zaman treninin ilk seferlerindeyken geldim istasyon bekçisinin yanına bana dediğini ne kadar zaman geçerse geçsin unutamazdım oğlum dedi bana, babamdan hiç duyamadığım bir sözdü bu ilk defa duyuyordum hayatta ilk defa küçükken kaybettiğim babamın yaşayıp da bana söylemesini istediğim ilk sözdü bu ama olmadı mutsuz da değildim hani ama bekçi babadan duydumya bunu dünyalar benim oldu.İstasyon bekçisi, bekçi baba dedi ki bana oğul dikkat et kendine kaç babayiğit gitti bu cendereden sonu yoktur yaşam treninin ayrı ayrı maceralara sürükler bedenini ruhunu burada bırakır getirtmez seninle dikkat et ne olur kendine üzülüp de sevdiklerini bırakma iki arada bir derede oğul dikkat et sahte cennete bırakma kendini alışma aklını senden alan meşgalelere oğul ne olur dikkat et kendine. Tamam dedim mağrur ama çelimsiz bir sesle bekçi babaya bir saygı oluşmuştu ona karşı bir umursamazlıkla birlikte dediklerini kulağıma küpe ettim edebildiğimce.

İlk yaşam treni geldi istasyonun abanoz tahtalı verandasının önüne öttürdü düdüğünü sarmaşıklara selam verircesine, savurdu gamlı dumanını neşe dolu gökyüzüne ve haykırdı rayların çizikli metallerine gidiyorum diye.Ben ne kadar dinlemiş olsam da bekçi babayı aldandım yaşamın macera trenine ve atladım sevgi kompartımanına çıktım binbir umutla beraber bu yola.

Taki ilk ayrılığımın cefasını hissedinceye dek gittim çizikli metallerin üzerinde bir de baktım ki dönüş yolu epeyce kaldı geride.Pilavdan dönenin... dedim içten içe devam ettim bu yola nacizane.Ne var ki olaylar tahminim de olmayan şekliyle gelişti ilk sevgimin karşılığı umutsuzluk ile fazlasıyla verildi ne kadar desem de öğrendim taşların acıttığını diye onlar anlattı kafamı vura vura yere.Ogün anladım bekçi babanın söylediklerinin doğruluğunu fakat ne çare,bu yola girdik bir kere diye diye diğer bir sevdaya doğru düdük öttürdü tren hayda dedik düştük cizgili metallerin üzerine.

Az gittik uz gittik dereler, tepeler, yollar, sıradağlar geçtik bir sevdanın eşiğinde daha durduk bir umutla hayda diye baktık ki bu sevdada simsiyah yaramaz bize akıtır gözyaşlarımızı ince ince fakat ne çare gönül bu dedik sabahlara dek gözyaşımızı silemedik.Yine geldi çattı bekçi babanın söyledikleri ama nafile anlamaz ki bu gönül.

Gel zaman git zaman olgunlaştık yani daha fazla yara alıp iyileştirmeye çalıştık nafile tabi ki soruyorum size hangisi iyileşti ki e tabi dayandı da yaş yolun yarısına geldi çattı dönüş yolu hayli uzak bir zamanda.Düştük yola ömrün son demlerine doğru geldim bekçi babanın yanına.Baktım ki yıkılmış abanozdan veranda solmuş sarmaşıklar sordum ki ölmüş bekçi baba yıllar beni eskitip kullanılmış tuvalet kağıdına çevirirken onu da yormuş tüketmiş hayatını göçmüş gitmiş benim yakınlarda uğrayacağım istasyona doğru orada göreve devam edecek artık olsun be ne yapalım bizde orada görürüz artık bekçi babamızı.

Ne oldu bu kadar macera, yaşam vesaire yine döndük dolandık geldik dükkana ne dükkanı diye sorma okuyucum bilirsin ne olduğunu sen.Sevdiklerimizi de kaybettik tabi ki benim bekçi babamı kaybettiğim gibi girdik bizde ateş denizlerinin içine mumdan gemileri yürütmeye fakat ne yazıkkı eriyip gittiler beni ateş denizinde yapayanlız bırakarak.Fatihe özenmiştim bende yürütürüm sandım gemileri fakat unutmuşum o karadan yürütmüştü bense ateşe dalmıştım halbuki.Yoruldum artık zamanımda geldi bekçi babanın yeni istasyonuna gitmek için hadi bana eyvallah siz düşünün artık okuyucu siz....


11 Mart 2011 Cuma

Bir Adamın Öyküsü 5


Artık son kezdi deyip gidişin vardı ya beni yapayalnız , çaresiz bırakışın.İşte o gün sigaraya ben başlamışım.Umutsuz , zavallı küçük aptallar gibi yaşarken zavallı , küçük , aptal hayatlarımız vardı senin ki aynı benim ki ayrı iki dal misali aynı gövdede bir arada sımsıkı...

Fakat senin anlamaya ne takatin kalmıştı ne de beni anlamak için ufacık bir umudun.Bulutlara bakarken her akşam sen kendini avuttun ben beni unuttum.Sonrada yalan söylemeye başladık birbirimize yavaş yavaş sinsice zehirledik aramızda ki sevgi bağlarını.Yırtılmaya başlayınca ufaktan anlar gibi olup anlayamadık ayrılığın soğuk rüzgarının ensemizdeki raksını ve umursamazca devam ettik birbirimizin başının etine yemeye.

Aniden bir ürpertiyle beraber aynı evde aynı yatakta ve birbirimizden çok uzak olduğumuzu anladık.Baka kaldık birbirimizin gözlerine anlamlı , manidar ama bomboş...hiç susmadan sabaha kadar uzattığımız geceler vardı ya hani onlarında ömrünü tüketmiştik sanki.O zamanlarında zamanı dolmuş ve ölmeye yüz tutmuştu ne sen anladın ne de ben bunu.

Bırak artık uçarı hayaller kurmayı ben senin aradığın beyaz ferrarili bilge değilim ben sadece kendi halinde basit bir adamım.Hani senin her zaman istediğin vardı ya güya onu hatalarıyla zayıflıklarıyla sevecektin işte o adam var burada.Sen git kafanı yorma fazla illa ki bulacaksın senide aldatmayı becerebilecek bir adam illa ki sen de bulacaksın katre katre seni boğacak bir adam o zamana kadar elveda masum yüzlü kirli kalpli efsane güzeli...


9 Mart 2011 Çarşamba

SOKAK RESİTALİ


karanlık sokağın yalnız penceresi
pencerenin paramparça olmuş eza perdesi
günah buğusunun sardığı masum camlar
ve sokağın başındaki pişkin bekçi

kendime rastlardım bu lanet sokakta
çoğu zaman taşlara takılırdım bir kaç dakika
beklerdim sokağın her dönemecinin başında
kendime tekrar rastlamayayım diye

fakat ne yaparsam yapayım kurtuluş yok
her yanım aynı yanar ayrısı gayrısı yok
lütfetme artık bana cefayı dedikçe
tüm üzüntüler gelir gümüş tepside

ne ne olduğumu biliyorum
ne de ne olmadığımı
masum bir çocukken ruhumu
cenabet etti hayat ona darlanıyorum
ne zaman kalkanlarımı indirirsem
bir kez daha üzüntü oklarına maruz kalıyorum


7 Mart 2011 Pazartesi

DOLDUR SAKÎ İÇELİM

doldur sakî bu gece içelim
kendimizden de hayattan da geçelim
üzüntüye kedere değil
kendimiz için içelim

doldur sakî bu gece içelim
onun eteklerine dökülen saçları için
bana bakan güzel gözleri için
onun için içelim

doldur sakî bu gece içelim
teneşir çivisi sigarayı meze edelim
akan gözyaşlarımız şarkılar olsun
şarkılar için içelim

doldur sakî bu gece içelim
gün aydınlanıncaya dek
beni güzel yarim hatırlayana dek
hatırlanmak için içelim

doldur sakî son kez içelim
unutulduğumuzu resmedelim
bizim adımız artık anılmıyor
adımız için son kez içelim

4 Mart 2011 Cuma

Bir Adamın Öyküsü 4

Yine o adamlardan biri vardı hayal penceremde.Hayatın uç noktalarını arşınlardı gizlice ve ürperdi dolu bakışlar üzerindeyken yürürdü incecik iplerin üzerinde.Sınırlara basardı parmak uçlarıyla sessizce , kimse onun olduğu gibi olmazdı çoğu zaman ,kimse onun yaptıkları cesaret bile edemezdi.Ne kadar gariplik ne kadar uçarılık varsa hepsi onun hükmündeki kuklalar gibiydi.Hususi garipsenmek isterdi bazen...

O adam hayatına hükmederdi.Çoğu insanın becerip eline alamadığı kaderiplerini o çok kez sarıp sarmalamış ,karıştırıp çözmüştü.Dedim ya hayatın uçlarında yaşayan adamdı o.Kahramanlık çoğu kez sonunu düşünmemek olsa bile o düşürdü sık sık kahramanlığına gelince kimsenin cesaret edemediği yapması kahramanlık değilmiydi.Hangimiz onun yaptığını yapabildik, hangimiz kendimizi kendi gözümüzle başkasını eleştirir gibi eleştirebildik, hangimiz hayat tecrübemiz olmadan ucunda ölüm olan yollara girdik , hangimiz masumane sevebildik yahut hangimiz darağacına gelince halka bakıp gülümsedik, hiçbirimizin yapamadığını ona yaptırdık gücümüz yetmediği yerlerde ona yükledik hayatın sille tokat ağırlıklarını.Cefayı o, sefayı hep biz sürmek istedik.O isyan etmedi hiçbir zaman sınır uçlarına basa basa lakayit gülüşüyle geçti arşınlayarak dikenli ,engelli yolları.Biz ise kukla gösterisini izleyen insanlar gibi edilgenleştik gitgide daha da fazlaedilgenleştik sonunda ise edilgen yaşam formları olduk çıktık.

Bu yüzden hep ortalama düzeyde yaşayan insanlar olduk ağlayamadık,ağlamak istediğimizde erkek adam ağlar mı dediler içimize attık.Kahkahalar atarak gülemedik hiçbir zaman.O ise yeri gelince bir sokak ortasında yalnız başına ağladı, yeri geldiğindeyse herkes ona deliymiş gibi bakarken kahkahalarla güldü ve aldırmadı bizim gibi edilgen yaşam formlarına.Hayatımızı filozoflara , ailemize yahut çevremizdekilere onaylatırken, o kafasına göre takıldı.Reddetti değer formlarını kendi benliğine hitap etmeyen aristokrat cümlelerin hepsini silip çöpe attı kullanılmış tuvalet kağıdı gibi.Mertçe sevdi sevdiğinin arkasında durdu her ne kadar sevdiği dahi ona sırt çevirdiyse de.Peki ne oldu o adama neden artık aramızda değil diye sorduğumuzda aslında cevapta yukarıdaki yazılanların içerisinde.Dedim ya biz edilgen yaşam formlarıyız ya o adam bizim gibi olacaktı ya da dünya denen fahişenin odasından ebediyen çıkacaktı.O bizim yaptığımız gibi ucubeleşmedi.Haysiyetini ,şerefini ve insanlığını alıp hayat fahişesinin odasını terketti gitti.

Ne demişti en son sözleri hala aklımda.''TEK GÖZLÜLER DİYARINDA İKİ GÖZLÜLER DAİMA UCUBEDİR.''O da ucubeliği içine sindiremediği edilgenliği kabul edemediği için terk etti gitti bizi, son anlarında gördüm en son onu hayat yarıcı kalemini kırdı,kader savcısı defterini dürdü ve darağacına kadar götürdü onu tek gözlü olanlar,edilgenler izledi ilmiğin boynuna geçirilişini ve kahpelik,cehalet,sevgisizlik son tekmeyi vurdu altındaki çelimsiz sandalyeye ve can çekişmeden halka gülümseyerek göçtü bu fahişe dünyadan.Şimdilerde onu görüyorum sürekli her ağladığımda her kahkaha attığımda yan tarafımda ki bankta oturuyor hep ve beni beklediğini söylüyor, edilgenleşen dünyaya ya ayak uyduracaksın yada yanıma gelip mutlu olacaksın diyor.Benimse cesaretim dahi yok...




3 Mart 2011 Perşembe

Bir Adamın Öyküsü 3


Tutturdum gidiyorum gibi gelebilir sizlere fakat derdim o değil bir adamın öyküsü birçok adamın öyküsüne dönüştü artık sadece ben yahut çevremdekiler değil tüm insanlığın gidiş noktası bir adamın hikayesi.Şimdide başka bir adam başka bir hayat başka bir hikaye.

Tutsaktı kendi içindeki kirli odada her taraf aydınlık fakat o zorlukta bazen dalar giderdi uzaklara duvarlarına yansırdı ağaçlar kulaklarında hissederdi kuş seslerini aldırmazdı bazen arkasından bağırmama önceleri önemsemiyor derdim beni fakat anladım ki duymazmış bazen.Ona bakarken için için o görmezmiş sadece kendi hayal dünyasında yaşarmış herşeyi dünya onun için bir dört duvarmış bazen o ise bu duvarların arasında ki mahkum bedene hapsolmuş kirli bir ruh gibi.O hep öyle söylerdi.Çoğu zaman alkolde bulurdu kendini ,benliğini çoğu kezde kafayı.Hiç unutmam dediğini bazen bir içki şişesi yaşam destek ünitesi derdi, hak vermiyor değilim ona bazen o kadar doğru söylerdi ki.

Bir bakarsın bu havalarda dolanan mülayim bir benlik gibi hissettirirdi bazense gürleyen dağlar çılgınlaşan deniz gibiydi durduramazdın kabına sığmaz taşardı,taştığında da Nuh'un tufanı gibi katardı önüne ne gelirse sürüklerdi.Neden böyle olduğunu sorduğumda boş ver derdi.Boş ver veremezdim ama onun kendini yiyip bitirmesini boş veremezdim.Ne kadar uğraştımsada bulamadım neden böyle olduğunu.

Bir akşam onun çöküntü barınağına giderken duydum öfkesinin acımtırak sesini.Camdan baktığımda gördüm sinirli, yabani ve bir o kadarda masum bedenini.Çırılçıplaktı elinde bir çello ile harikalar yaratıyordu.Tellerine öyle dokunuyordu ki elleri parçalanıyordu kan revandı fakat o aldırmıyordu sanki görüyordum aramızda değildi kimbilir hangi hayal aleminde bir melekle sevişiyordu çalıyordu sürekli zavallı çellonun azraili gibiydi.Çaldı,Çaldı,Çaldı...


1 Mart 2011 Salı

Kadınım

Evimizdeydim bugün hani hatırlarmısın şuraya yapacağız demiştik seninle bir gece yarısında dolunay tepesinde.Dolunayın en güzel göründüğü tepe olduğu için öyle demiştik oraya.Dolunay tepesi her akşamımda uğrak yerim bazen sığınacak liman olmuştu bana sen gidince.Dediğimi yaptım ben, sen hayatımdan çıkıp gidince.Dolunay tepesine kurdum ufacık soğuk bir kulübe.Sen yoksun diye buz kesti camları ısıtmıyorum da oraya, sen yokken ısıtıp ne yapayım.

Bu gece yine oradaydım soğuk odaya rağmen hissetmiyordum soğuğu ve birden senin hayalin geldi odaya aynı eşsiz güzelliğinle salındın geçtin yanımdan ben seni izlemeye koyulurken yaktın şömineyi ellerinle ve bana baktın içim ısındı birden güzel kahverengi gözlerini görünce.Bana değilde sanki yüreğime bakıyordun sımsıcak sonra canım buğusunu sildin bakakaldın aniden neye baktığını görmeme gerek yoktu biliyordum hayalimizdeki gibi dolunayı seyir ediyordun.

Masum yüzündeki iki damla yaşa şahit oldum içimden neden sorusu geçiyordu sürekli anlayamamıştım o zaman sebep neydi diye sonra karıştırdım eski kitapları amaçsızca neden karıştırdığımı dahi anlamadım ama olsun dedim devam ettim tozlu sayfaları yoklamaya ve aniden şu kelimeleri gördüm seninle beraber aldığımız kitapta.''Sensiz bu ömür çekilmez,seninle hiç mi hiç çekilmez.Seni seviyorum''Birden ne olduğunu anlamadım yüzün kapkara kesildi bana bakarken cehennem bile halt etmiş yanında güzellik abidem hayat pınarım birden kurudu çirkin bir cadıya dönüştü sanki.Bakışların manidardı fakat ben hiçbir şey anlamıyordum.

Ta ki hayalin kayboluncaya dek.Kaybolunca hayalin senin baktığın pencerenin yanına gittim dolunay ihtişamı kaybetmiş solmaktaydı o an gözüme pencere camının buğusuna yazılı üç kelimeyi gördüm.''Keşke beni kaybetmeseydin''.

Bir kalbim olduğunu anlamıştım o an çünkü kırılmıştı en derin en yumuşak yerinden hiçbir zehir hiçbir uyuşturucu dindiremezdi acımı o an sen gidince yoktu bunlar neler oluyordu bana aşk denen üç harflik kelimeyi bilmezdim ki ben.Birden dank etti kafama ben seni tanırken aşkın üstüne çıkmıştım derin uçurumun yokluğundan sonra düşüşümü anlamamışım şimdiyse cahilliğime yanıp seni anacağım her gece burada belki tekrar gelirsin diye rüyalarıma.Tahta iskelede ben oturacağım bu sefer her dolunay günü bakacağım dolunaya yıldızların ona semadaki dansta eşlik etmesini izleyeceğim rüzgar savururken saçlarımı ben seni bekleyeceğim.

Seni daima seveceğim...

Gitme


gidiyorsun fakat acılarla iç içe
yürüyorsun yağmurlu sokaklarda ümitsizce
bakmıyorsun bile ardına
gözlerim gözlerine değer diye

uğraşma boşu boşuna gidemezsin
gitsen dahi ardında bırakırsın
her gün küfrettiğin kalbinden bir parçayı
benimle beraber terk edersin hayata

gidiyorsun hüzünlü bir güz akşamında
sırtında ki paltoya vuruyor bir kaç damla
yağmur sanıyorsun sen ama
benimse gözlerim bulutlarda

vazgeçtim artık kandırmam seni yalanlarımla
yeter ki gitme kal benim yanımda
eskisi gibi yansın ocağımız
ve eskisi gibi mutsuzluklar kalsın ipsiz sapsız

ne kadar söylensemde nafile biliyorum
gideceksin,çoktan almışsın bavulunu zaten
durduramam seni onuda biliyorum
ama son kez içtenlikle diyorum

GİTME...