maskeli allâme

maskeli allâme

12 Mart 2011 Cumartesi

YAŞAMIN İKİ YÜZÜ



Bir istasyon gibidir yaşadığımız hayat nerede hangi zaman treninin geleceği belli değildir.Her tren ayrı bir maceradır yaşamda, her trenin ayrı bir hikayesi vardır aslında.ben zaman treninin ilk seferlerindeyken geldim istasyon bekçisinin yanına bana dediğini ne kadar zaman geçerse geçsin unutamazdım oğlum dedi bana, babamdan hiç duyamadığım bir sözdü bu ilk defa duyuyordum hayatta ilk defa küçükken kaybettiğim babamın yaşayıp da bana söylemesini istediğim ilk sözdü bu ama olmadı mutsuz da değildim hani ama bekçi babadan duydumya bunu dünyalar benim oldu.İstasyon bekçisi, bekçi baba dedi ki bana oğul dikkat et kendine kaç babayiğit gitti bu cendereden sonu yoktur yaşam treninin ayrı ayrı maceralara sürükler bedenini ruhunu burada bırakır getirtmez seninle dikkat et ne olur kendine üzülüp de sevdiklerini bırakma iki arada bir derede oğul dikkat et sahte cennete bırakma kendini alışma aklını senden alan meşgalelere oğul ne olur dikkat et kendine. Tamam dedim mağrur ama çelimsiz bir sesle bekçi babaya bir saygı oluşmuştu ona karşı bir umursamazlıkla birlikte dediklerini kulağıma küpe ettim edebildiğimce.

İlk yaşam treni geldi istasyonun abanoz tahtalı verandasının önüne öttürdü düdüğünü sarmaşıklara selam verircesine, savurdu gamlı dumanını neşe dolu gökyüzüne ve haykırdı rayların çizikli metallerine gidiyorum diye.Ben ne kadar dinlemiş olsam da bekçi babayı aldandım yaşamın macera trenine ve atladım sevgi kompartımanına çıktım binbir umutla beraber bu yola.

Taki ilk ayrılığımın cefasını hissedinceye dek gittim çizikli metallerin üzerinde bir de baktım ki dönüş yolu epeyce kaldı geride.Pilavdan dönenin... dedim içten içe devam ettim bu yola nacizane.Ne var ki olaylar tahminim de olmayan şekliyle gelişti ilk sevgimin karşılığı umutsuzluk ile fazlasıyla verildi ne kadar desem de öğrendim taşların acıttığını diye onlar anlattı kafamı vura vura yere.Ogün anladım bekçi babanın söylediklerinin doğruluğunu fakat ne çare,bu yola girdik bir kere diye diye diğer bir sevdaya doğru düdük öttürdü tren hayda dedik düştük cizgili metallerin üzerine.

Az gittik uz gittik dereler, tepeler, yollar, sıradağlar geçtik bir sevdanın eşiğinde daha durduk bir umutla hayda diye baktık ki bu sevdada simsiyah yaramaz bize akıtır gözyaşlarımızı ince ince fakat ne çare gönül bu dedik sabahlara dek gözyaşımızı silemedik.Yine geldi çattı bekçi babanın söyledikleri ama nafile anlamaz ki bu gönül.

Gel zaman git zaman olgunlaştık yani daha fazla yara alıp iyileştirmeye çalıştık nafile tabi ki soruyorum size hangisi iyileşti ki e tabi dayandı da yaş yolun yarısına geldi çattı dönüş yolu hayli uzak bir zamanda.Düştük yola ömrün son demlerine doğru geldim bekçi babanın yanına.Baktım ki yıkılmış abanozdan veranda solmuş sarmaşıklar sordum ki ölmüş bekçi baba yıllar beni eskitip kullanılmış tuvalet kağıdına çevirirken onu da yormuş tüketmiş hayatını göçmüş gitmiş benim yakınlarda uğrayacağım istasyona doğru orada göreve devam edecek artık olsun be ne yapalım bizde orada görürüz artık bekçi babamızı.

Ne oldu bu kadar macera, yaşam vesaire yine döndük dolandık geldik dükkana ne dükkanı diye sorma okuyucum bilirsin ne olduğunu sen.Sevdiklerimizi de kaybettik tabi ki benim bekçi babamı kaybettiğim gibi girdik bizde ateş denizlerinin içine mumdan gemileri yürütmeye fakat ne yazıkkı eriyip gittiler beni ateş denizinde yapayanlız bırakarak.Fatihe özenmiştim bende yürütürüm sandım gemileri fakat unutmuşum o karadan yürütmüştü bense ateşe dalmıştım halbuki.Yoruldum artık zamanımda geldi bekçi babanın yeni istasyonuna gitmek için hadi bana eyvallah siz düşünün artık okuyucu siz....


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder