Kızıl güneşin aydınlattığı güzel bir günün ufkuna uyanıyorum. Vakit hayli erken, bir kaç serçenin canıma bıraktığı izin peşinde elimde büyükçe bir kupa kahve. Sabah yelinin keyfini çıkartarak karşı apartmanın üçüncü penceresine bakıyorum. Sırçası tertemiz, koyu kahve panjurlu sıradan sayılabilecek kimilerine göre fakat benim düşlerimin en başında yer alırken bir silüetin belirmesiyle ellerimde ufak bir titreme. Tüh! Yine düştü elimden kahvem, o silüetin güzel sesi sokağa yankılanınca. İsmini dahi bilmediğim bir türkünün ezgisi içerinde şen mi yoksa kavruk bir acının yeni yetme sevdasının türküsü mü bilmiyorum fakat her kelimesi onun dilinden döküldüğünde daha bir güzel görünüyor penceremden dışarısı. Derken fazla uzatmamak lazım lakırdıyı, malum işe gitmek gerek. Adımımı atıyorum sokak kapısından hafif ormanlık yola doğru, o sesi duyduktan sonra daha da efkarlı bir duman peyda oluyor sigaram da. Yüzümde hafif bir tebessümün çağrıştırdığı taze bahar sabahını içime çekiyorum ve yol boyunca o türkü kulaklarımda. Kelimeler çok tanıdık fakat bir türlü söyleyemediğim ezgi gün boyunca takılıp duruyor.
Zaman ilerleyip akşamı bulduğunda tebessüm ile yorgunluğum artıyor, derken bir sokak arası kahvesinde yorgunluğun demini çayla azaltırken o türkü yine çalınıyor kulaklarıma. Sesi öyle uzakta değil gibi yanımda, dizimin dibinde... Sağıma bakınca uzunca bir sokak, soluma bakınca bir kaç amcanın derin devlet muhabbeti. Hey sokağın ince muhabbeti... Çayımı bitirip sigaramı küllüğe bırakınca kalkıyorum, bir karanlık yolun en aydınlık tarafından yol almaya. Vakit hayli geç, yıldızlar daha parlak bu gece ama. Soğuk sayılamayacak kadar ince bir rüzgarın kulaklarıma fısıldaması bittiği anda yine o türkü yine onun sesi karşıda ki bir dağdan bahsediyor ama çözemiyorum bir türlü, yol boyunca kulaklarımda o ses, aklımda karşı aparmanın üçüncü penceresi bazen gerçek mi yoksa taze sabahın bir rüyası mı bilmiyorum ama seviyorum bu hengamenin sessiz bir o kadar da masumane hissini...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder