maskeli allâme

maskeli allâme

18 Ocak 2013 Cuma

Başlıksız

Siyah bir sisin gölgeleyebileceği en berbat günlerden biri değildi belki ama karanlığın esaretine giren yıldızlar bir kez daha yalnız bırakmıştı bizi. Ben ve o soğuk, hafif ıslak bir bankta oturmuş konuşmadan birbirimize bakıyorduk meze ettiğimiz hicranlarımızı beş para etmeyecek iki şişe şarapla tırtıklarken gecenin soğuk rüzgarlarına karşı paltolarımız siper ediyorduk. Derin bir of çekti o, elindeki gazete kağıdına sarılı şarap şişesini ağzına götürürken, büyükçe bir yudum aldı gözyaşları daha yanaklarından süzülmeden ve incelttiği bakışlarına ufuk çizgisine dikti. Neredeyse sağır olacaktım gözlerinin aralıksız haykırışlarında. Gözlerini ufuktan ayırmadan bana bir şeyler söylemeye hazırlanıyordu ama ikimizinde farkında olduğu şey birbirimizle konuşamadığımızdı.

Tüm duygularını odaklamaya çalıştı ve güç bela ağzından bir kaç kelime dökebildi, ne söylediğini hatırlamıyorum eminim ki o da hatırlamıyordu ve karanlık inatla üzerimize kapanıyordu. Soğuyan sadece hava değildi, yüreklerimizde ağır ağır soğuyordu, en acısıda hiçbirşey yapamıyorduk. Aslında bir başlasak dünyanın sonuna kadar anlatabilirdik birbirimize nasıl sevdiğimizi ve neden şu an elimiz kolumuz bağlı bu bankta oturduğumuzu. Edebiyat yapamazdık, tatlı yalanlar edemezdik çünkü beceremezdik. Karizmatik, yakışıklı, güzel yada alımlı falan da değildik. Biz sadece tek suçu aşka inanmak olan iki hercai serseriydik. Sen benim hiçbir şeyimsin diyemedik yada mecbur değildik. Basitçe sevebilmeyi dahi beceremeyen sakar tiplerdendik.

Hiçbir zaman karışamadık toplumcu gerçekçi yalnızlığa yada yüksek rakımlı dağlarda çatlamış budaklarımızı birine dayatamadık. Sevemedik rezilce, hiç yorulmadık ansızın. Bülbüllerde bizim lisanımızla ötüşmedi, şaraptan başka günahta işleyemedik doğru düzgün. Filozof olmaya da çalışmadık sırılsıklam aşıkta olamadık.

Biz sadece birbirini seven iki aşıktık. Basit, sıradan... Öyle ki aynı gece vakti aynı bankta oturup aynı şeyleri düşünüp aynı içkiyi içerken bile birbirimize söz söyleyemedik. Ne o siyah saçlarında yalpalayan rüzgara meyletti nede ben onun gözlerini izlerken konuşabildim. Sustuk, belkide ebediyete kadar. Sonrasında yavaşça doğruldu, hançerli gözlerini bana dikti, ben dondum, şarabı kafasına dikti, şişeyi denize fırlattı ve sevemeyiz artık dedi o gün aklımda kalan iki kelimeyi söyledi ve kız başına karanlığa kapılıp gitti.

Uyandım, sırılsıklam olmuştum... Başımı çevirdim o hala uyuyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder