Güneş gümüş renklerin çümbüşü halindeki tepelerin üstünde altın bir tepsi halini alarak aheste aheste elveda demekteydi şehrin binalarına. Gökdelenler bu vedaya hazırlıklı, yüzlerini kızarttılar.İnsanlar ise umursamaz bir kimlikle bu vedaya aldırış etmeden yollarına devam ediyor ve yürüyorlardı.Ama ben kirli penceremden bu vedanın hüznünü yaşamaya çalışıyordum her ne kadar bunu beceremesemde ama en azından bunun farkındaydım ve bu da bana yeterdi.
Koyu kahvemi yapmış, bir sigara yakmıştım.Günlük hüznünü yaşamış gibi hissetti bedenim.Bu vaziyet üzerimde kirli penceremden çıkmaz sokağı seyrediyordum. Sokak karanlığa doğru bir gidişat çizmişti bile kendine güneş daha batmadan.Benden hariç insanlık evlerine dönüyor, çöplerini atıyor, sahteliğin maskelerini çıkarıyordu solgun yüzlerinden.Bazıları ise yeni yeni sokağa çıkıyor; GEcenin kirliliğini, sahte şehvetini tadıyordu hücrelerinde.Daha sayamadığım binlerce hengame ile...
Kimisi bu karanlığın sonunda alkolle yıkanacak, kimisi ise bir siringaya sarılarak uyuyacak.Bedenlerini başka bedenlerin terleriyle yıkayacaklar.Yaşayacaklar yada buna ne isim veriyorlarsa artık...Sahte cenneti damarlarında ki kan kadar gerçek sanacaklar.Yanılacaklar ama anlamayacak kadar kendilerinden geçmiş olacaklar.Ama ben bunların hepsinin farkında olarak yalnızlığı bir kez daha tadacağım. Biliyorum leziz gelmeyecek bana hatta çoğu akşam ki gibi midemi bulandıracak.
Bunların hepsi dünyayı tanımak, anlamlandırmak ve bu tarz soruların cevabı için değil, ben filozof değilim yada dünyayı kurtarmaya çalışan adam falan... Kendini bile anlamlandırmaya çalışmayan daha doğrusu anlamayan ve anlamaktan korkan basit ve yalnız bir adamım.şikayetçide değilim, bazen yalnız ve umurasamaz bir adam olmak hoşuma bile gidiyor.Ama insan yaşamınada özenmiyor değilim.Aman neyse ne işte kurcalamaya gerek yok nasılsa yarın yine güneş doğacak herkes işini yapacak ve akşamında aynı hengame yeniden başlayacak bende bu kirli camdan çıkmaz sokağa bakacak, kahve içecek ve saçmasapan yorumlar yapacağım kendi kendime.Değişmeyen ne mi olacak bir ben birde tepelerinin ardında ki güneş...
maskeli allâme
3 Kasım 2011 Perşembe
1 Kasım 2011 Salı
Umursamaz Adam 2
Tarih bilmem hangi ayın hangi gününün hangi zerzevatı bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum aslında. Zaten günlerin hepsi birbirine benziyor, sıradan ve sıkınganlar. Gözlerimi açtığımda yüzüme çarpan miskin güneşin tozlu ışık hüzmeleri değil de boğuk bir buhranın habercisi kara bulutlar oldu bu sabah. Sabahın 8 i olmasına rağmen akşamüstlerinin en çekilmez anıydı sanki. Bunalan gökyüzü benim odanda sevişiyor ve mutlu oluyordu bana inat. Bense çevremde olanları umursamadan umursamaz adamın günlük rutinlerini yapmaya başlamıştım.
Gecikmeden kahve yapıldı ve tek dostum olan sigaramla beraber berbat ama alışılmış kirli sokak manzarası izlenmeye başlandı. Her Allahın günü bu sokağa neden baktığımı dahi umursamadan sokaktaki çöp kovalarını ve sokağı mesken edinen bir kaç evsizi yokladım. Hepsi yerli yerinde ve olması gereken kadar berbat görünüyordu bir şey hariç... Sokağın uç köşelerinde bir genç kız hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.Tanıdığım daha doğrusu tanıdığımı sandığım ve beni bu odaya hapseden insan nüsveddelerinden farklı bir mizaçtaydı. O an dünya üzerindeki bir çok çeşidi olan ve halk arasında dert denen şeyin ne olduğunu bir kez daha anladım ama umursamadım ve zaten dertleri ne zaman umursadım ki; umursasaydım 4 gün sonra 3. celbi gelecek olan elektirik faturasının cezası için telaşlanırdım. Adam sen de! Fakat herşeyi bir kenara atıp o kızın derdi takıldı aklıma acaba neydi diye, sonrasında o hafiften çarpık pencerenin önünde bir rol biçtim o kıza. Dert sayılacak her olguyu yakıştırmaya çalıştım o minicik bedene. Aşk dedim , aile dedim, modern çağın tanrısı para dedim, ölüm dedim, dedim, dedim, dedim...
Bu konu üzerine yaptığım içsel diyaloglardan sonra hayal dünyamın kapısını aralayıp gerçek dünyaya dönüş biletini aldım ve geri geldiğimde o kızın aslında oradaki eski bir kıyafet olduğunu gördüm. Meğerse herşey bu lanet ettiğim kafamın uyduruk halisilasyonlarıydı. Ah bu umursamadığını sandığım kafam bazen gerçekten beni şaşırtıyor.
Hayır inanmayın aslında kafamda bir problem yok. Ben bu umursamazlığımla kendimi kandırıyorum ve kendimi kandırmayı bıraktığım anlarda önceki yaşamımın izlerini yansıtıyorum bu kirli sokağa, bu kirli sokak tamamen hayatımın parçalarından oluşma sanki.
Kim bilir belkide gerçekten öyledir...
Gecikmeden kahve yapıldı ve tek dostum olan sigaramla beraber berbat ama alışılmış kirli sokak manzarası izlenmeye başlandı. Her Allahın günü bu sokağa neden baktığımı dahi umursamadan sokaktaki çöp kovalarını ve sokağı mesken edinen bir kaç evsizi yokladım. Hepsi yerli yerinde ve olması gereken kadar berbat görünüyordu bir şey hariç... Sokağın uç köşelerinde bir genç kız hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.Tanıdığım daha doğrusu tanıdığımı sandığım ve beni bu odaya hapseden insan nüsveddelerinden farklı bir mizaçtaydı. O an dünya üzerindeki bir çok çeşidi olan ve halk arasında dert denen şeyin ne olduğunu bir kez daha anladım ama umursamadım ve zaten dertleri ne zaman umursadım ki; umursasaydım 4 gün sonra 3. celbi gelecek olan elektirik faturasının cezası için telaşlanırdım. Adam sen de! Fakat herşeyi bir kenara atıp o kızın derdi takıldı aklıma acaba neydi diye, sonrasında o hafiften çarpık pencerenin önünde bir rol biçtim o kıza. Dert sayılacak her olguyu yakıştırmaya çalıştım o minicik bedene. Aşk dedim , aile dedim, modern çağın tanrısı para dedim, ölüm dedim, dedim, dedim, dedim...
Bu konu üzerine yaptığım içsel diyaloglardan sonra hayal dünyamın kapısını aralayıp gerçek dünyaya dönüş biletini aldım ve geri geldiğimde o kızın aslında oradaki eski bir kıyafet olduğunu gördüm. Meğerse herşey bu lanet ettiğim kafamın uyduruk halisilasyonlarıydı. Ah bu umursamadığını sandığım kafam bazen gerçekten beni şaşırtıyor.
Hayır inanmayın aslında kafamda bir problem yok. Ben bu umursamazlığımla kendimi kandırıyorum ve kendimi kandırmayı bıraktığım anlarda önceki yaşamımın izlerini yansıtıyorum bu kirli sokağa, bu kirli sokak tamamen hayatımın parçalarından oluşma sanki.
Kim bilir belkide gerçekten öyledir...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)