Derinden, en derinden, hatta cehennemin dibinden gelircesine bir oh çekti adam. Yılların biriktirdiği sır ve gizem dolu bir hengameden çıkmanın verdiği rahatlığı iliklerinde hissederek. Odasının köşesinde ki kirli koltuğuna ağır adımlarla giderek kendine özgü hafifliğini tarttı kafasında ki oluşturduğu soru işaretleri bir bir her adımda çözülmeye başladı. Koltuğuna oturup, rahatça yerleşti ve çevresine baktı az, çok, olan, olmayan ne varsa bir bir süzüp gözlerini sokağa çevirdi. olan, olmayan her şeyi izleyip görmeyi planladı önce. Sonra boşver en güzeli anı yaşamak değil mi? Diye düşünüp sadece izlemeye başladı. Etrafın yavaşça pastel renklere dönüşmesini, hazanın soluk yapraklarının havada uçuşarak bir ağacın eteklerinde yığılışını, günün geceye dönerken koyulaştırdığı binaları, karanlığa inat erkenden yanıp etrafı aydınlatan prometheus simalı sokak ışıklarını, hepsini ve her şeyi. Gelmek bilmeyen ilkbaharın tatlı ışıltısında kaybolmayı, kahve eşliğinde elinde unuttuğu sigarayı ve tabi ki tutarlı tutarsız çevresinde ki her insanı tek tek gözlemleyip tartarak koltuğundan kalktı. Üstüne geçirdiği gri paltosunun önünü kapatarak sokağa çıktı. Dış kapı merdivenlerini inerken titrek bakışları etrafı süzmeye eli paketten bir sigara çıkartıp yakmaya meylederken bir grup kuşun akşam çığlıkları kulağında dans etti. Dar bir sokakta yürümeye başladığı sırada karanlık iyiden iyiye çökmüş hafif çise altında parke taşları ıslanmış ve sokak kedileri kaçışmaya başlamıştı. Kirli sakalı ve pejmurde saçlarıyla zaten kendinden kaçılmayacak gibi olmayan adam bunu doğal karşılayarak bir türkü mırıldanmaya başlamıştı. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini şimdilerde daha net tasavvur etmeye başlayan adam stabilize bir yola çıkmış ve stabil kalamayan düşünceleriyle boğuşmaya başlamıştı.
Korku... Belki de içinde filizlenmesine izin vermediği tek duygu ona artık daha yakın gelmekteydi. Zamandan ve yaşayamadığı hayallerinin gerçekleşmeme korkusu ile adımlarını sıklaştıran adam ürpertiler halinde bir banka oturarak rahatlamaya çalıştı. Sönen sigarasına yenisini eklerken hayatında henüz bir ekleme yapılmamış kısımları gözden geçirdi. Yalnızlık ve tutarsız halleri onu öylesine çaresiz bir hale getirmişti ki durumun vehameti henüz dimağında yerini bulmamıştı.
Korkudan vazgeçmeyi öğrenmek artık kaçınılmaz bir son gibiydi. kaçınmamalıydı da yalnızlığı katlanabilir bir hal alırken korkulardan azade olmaya ve olduğu yerden öylesine mutlu olmaya başlıyordu ki sanki az önce ki adam farklı bir zamanın farklı bir coğrafyasından gelme gibiydi. Histerik tüm hallerini bir kenara bırakarak artık kendisi için yaşaması gerektiğini hissederek harekete geçmeliydi.
İlk iş olarak evinin yolunu tuttu ve yol üzerinde ki bir büfeden alına ucuz kırmızı şarabı koltuğunun altına sıkıştırıken sanki dünyadan hıncını alıyormuşçasına şişeyi eziyordu. Eve vardığın da hızla açtığı kapıyı çarparak şişesini masaya yerleştirdi mantarını dişleriyle sökerek dolu dolu bir yudum aldı. O an kenarda gözüne ilişen ve bu satırların yazılmış olduğu günlüğü alıp bir çakmak aleviyle yanmasını izledi dolu dolu bir yudum daha şarap içerken. Burda okuduklarınız yakılan günlüğün kurtarılmış bir kaç sahifesinden başkası değil. Evet günlük yakıldı yakılmalıydı da çünkü yazılan hiçbirşey yakılmaktan başka bir sonu haketmiyor tıpkı hayat içerisinde bizimde yakıldığımız gibi...