Bir anda gözleri açıldı adamın. Şiddetli bir şimşek patlamasının gökyüzünde uyandırdığı ani ışık hüzmesi misali. Geç kaldım diye düşündü evvelden henüz bir bacağı kırık olan masanın üzerinde ki saatine bakmadan. Derinden gelen ezan sesini duyunca ferahladı daha yeni sabah oluyordu, gün henüz uyanmıştı daha sabahlığı giymeden adamın üzerine gelmişti günün ilk ışıkları. İşi yoktu yahut yetişmesi gereken bir toplantı, eski arkadaş buluşması yada öyle bir şey. Tek derdi o an kahverengi, kirli kapıdan hayatına giren kadını bir kez daha görebilmekti ki bu anın düşüncesi dahi yıllardır hissetmediği bir heyecana sebep oluyor adamın kanını kaynatmaya fazlasıyla yetiyordu.
Bir kaç saatlik uykunun verdiği mahmurluğu üzerinden bir an evvel atabilmek için her günün değişmezi niteliğinde ki koyu kahvesini yapmaya meyletti, güneş henüz perdeleri ısıtmamışken. Kahve yapıldığında ilk yudumuyla beraber güneş çatılarda sevişmeye başlamıştı, bir sigara eşlik etti bu manzaranın lezzetini yaşarken adama. Pencerenin kenarına tüm vücudunu dayayarak karşı apartmanı süzmeye başlamıştı. Kahvenin her yudumuyla başka bir ayrıntı gözüne çarpıyor ve daha önce hiç dikkatini çekmeyen kirli beton yapı onun için estetik bir hal almaya başlıyordu.
Beton ve estetik kelimelerinin düşüncesinde bile bir araya gelmesi adam için fazlasıyla ütopik olsada bildiği şey o kadının o apartmanda olduğuydu. Düşünceler dimağında yerlerine oturmaya başlamışken kadın 4. katın penceresinde görülmüştü. Oturmuş düşüncelerin herbiri ilk okul hocasının derse girdiği an gibi ayaklanmış ve şiddetli bir heyecana sebep olmuştu. Kahveyi tutan parmakları titremeyle boğuşurken gözleri yanından boncuk haliyle bir kaç damla ter akmaya başlamıştı.
Yeni uyandığı her halinden belli olan kadın kırmızı bir sabahlıkla penceresine dayanmış sokağı izlemeye başlamıştı. Onun da elinde bir fincan vardı. Adam kahve olma ihtimalini geçirdi aklından. Fakat düşünmek bile beynine ilan ettirdiği sansür döneminin en büyük suçuydu ve idam edilmeliydi. Kadının makyajsız yüzü güzelliğini arttırırken dağılmış saçlarının karmaşıklığında adamda karmaşaya sürükleniyordu. Fincan belli aralıklarda rujsuz dudaklarıyla öpüşürken adam o an o fincan olmak istiyordu. Sokağı izleyen kadının ara ara gözleri kısılıp uzaklara dalıyor ara ara yanaklarında hafif bir tebessümün çizgileri yer alıyor ama her anında donuk bir ifadeyle sokağa bakıyordu.
Adamın kalbi hızlı çarpışlar içinde terle boğuşurken kadını izlemeyi asla bırakmıyordu. Bir putperest edasıyla en güzel saneme tapınıyordu adeta. Derken kadının donuk gözleri ani dönüşle adama dikildi adam taş kesildi anında, kalbi dahi atmıyordu o an hayatının durduğunu ve zamanın kırıldığını hissediyordu. Kadının üç saniyelik bakışı adam için 3 asır uzunluğundaydı. Kadının donuk gözleri adama takıldığında hiddet ile karışık neye bakıyorsun edası sergilendikten sonra kadın camdan anında kaybolmuştu.
Kahve yere çarptı, güneş gölge ile kapandı, sigara söndü, gözünün feri söndü... Sanki buzul çağı bir anda adamın odasında yeniden doğdu. Kadının bakışlarının sildiği binlerce düşünce anlamsızlık haline dönüşürken adam yere yığıldı. Bilinci yerinde fakat şaşkınlığın üstünde ki ağırlığı adamı eziyor ayakta durmasını imkansız hale getiriyordu.
Ne kadar zaman geçti belirsiz adam için çok uzun ama zaman için küçük bir an, kapı çalmaya başladı, yıllardır üstüne tek yumruk atılmayan kapı sanki yıkılıyordu... Adam öylece yerde kalıp kapıya bakıyordu, hareket edemiyordu.