maskeli allâme
12 Ekim 2012 Cuma
Kurtuluş
Zamanın kumları ağır ağır saatindeki yerini alırken peyda olacaklardan habersiz düşmeye başlamışlardı ve o an gümüş kemerli kader oluşumunu tamamlayıp yeni bir adamın hikayesini yamaktaydı. Yorgunluk, uykusuzluk ve benzeri birçok özellik yüklendi ve dünyaya fırlatıldı adam. Gözünü açtığında dokuz dallı her dokuz dalın ucunda doksan adamlı bir çevrede buldu kendini. Tiksinerek bakarken gökdelenlere ağzı bozulurdu sıkı sık. Kahve içerdi kaharan karalığında, sigarasını eksik etmezdi iki dudağının arasında ve gönlünde aynı terane ile boğuşur dururdu... Yalnızlıkla.
Hiçkimseyi küçümsemezdi , defalarca kez küçümsensede. Eleştirmezdi yerli yersiz, sayısız eleştirilere göğüs gersede. Açmazdı pencerelerini kalbinin bir başka kişiye yada bir zaman öyle zannetmişti keyfiyyetsizce. Fakat bir gün gümüş kemerli kader olmayanı yazdı. ağlamaya başladı bir gün adam yağmursuz hatta bulutsuz bir günde toprağı ıslattı saatlerce. Sıkıldı kalktı bir süre sonra yavaş yavaş gülümsemeye, beceremedi tabiki asla beceremediği gülümsemeyi bir kez daha. Yanan canının yanma sebebini öğrenmeye tenezzul bile etmedi çünkü bilinen şeyler kılavuz istemezdi öyle demişti günün birinde yaşlı bir adam.
Her şey gecici bir hayata anlam verirken o sabretti, bekledi güneşin boz tepelerden doğup tüm karanlığı aydınlatmasını. Bekledi gözlerinin aydınlığa merhaba deyip kendi kasvetini görmesini. Sıcaklık artmaya başladığında bir taş hissetti yanında, ayağında bağlı ve aşağıya düşmeye kararlı, bakıp sordu kadere neden diye bir kez daha ve cevap alamadı son sözlerine birdaha. Ne zaman konuşursam sessizliğe doğru bakıyorum diye düşündü ve tekmeledi taşı, soğuk suyun altına doğru yavaşça kayarken, bir sebeb aradı. Boşver dedi sessizce ve tek başına uğurlandı...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)