maskeli allâme

maskeli allâme

15 Aralık 2016 Perşembe

Biri içer, biri gider...

Soğuk bir kış gecesinden beklenebilecek her şey mevcuttu etrafta. Çan sesleri hafif hafif kendini boşluğun zaruri sessizliğine bırakırken bitmek üzere olan bir parça rüzgar hala efsanesini sürdürmekteydi. Korkular bir bir kendini gecenin sessizliğine bırakırken birazdan neler olabileceğini bilmemenin verdiği huzurla ölümü bekliyordu. Sessizliğin içerisinden bir adamın haykırışı ile gece karanlığından sıyrılmaya ve hafif bir kar yağışı ile beraber soğuk kendini hissettirmeye başladı. Kutup ışıklarının yeşilimsi senfonisi o gece Karadeniz semalarından kıyılara doğru vururken içmekten bîhal olan adam ufku izlemeye ve soğuğu eskisi gibi hissetmemeye devam ediyordu. Uzaktan kulağına esen hafif müziği saymazsak sağır edici bir sessizliğin altında ezilen adam eski günlerini yâd ediyor bir taraftan da bitmek bilmeyen göz yaşlarını karanlıktan saklamaya çalışıyordu.

Hissizlik o an vuku bulmuş, kendini dünyaya tanıtmış yarım yamalak bir selamla sahnede kendine güzel bir yer bulmuştu. O yer şüphesiz adamın yüreğinden başka bir yer değildi, oysa ne umutlar beslemişti hissizliğin vuku bulmadığı zamanlarda yüreğinde. Masum bir aşk kelimeleriyle başlamadan önce... Zordu elbet yanıbaşın da duran bir insandan kilometrelerde uzakta olmak ellerini saramamak, yüzüne dokunamamak, saçlarında cennetin güzel kokusunu tadamamak. Zordu elbet ona baktığında içinde yıkılan binlerce binanın enkazı altında kalmak. Zaten aşk denen mahfoluşla hangi dağ gibi adam başa çıkabilmiş ki. Yazık bir güneşin gece vakti batmasını izlemek, kahroluşların en kesif acısını çığlık atamadan içerine hapsetmek, sonrasında dünya dile gelip haykırsa ne yazar, sessiz gözyaşları yüzünden tüketirken içini yahut çürümeye yüz tutmuşken adamın yüreği tüm dünya çığlık atsa ne yazar.

Sonra aşk diye başlayıp binlerce cümle kuran insanlara sormak gerek, ne farkımız var ki siz dünyanın herhangi bir yerinde yalandan da olsa mutlu yaşayabilirken, içimde parçalanan bu dünyanın sebebi ne, ben miyim en çok kaybetmeye mahkum edilen, oysa çok bir şey değil bu karlı havada dünyadan istenilen. Üşüyebilmek isterdim her insan gibi, içimde ki yangından azâd olup üşümek isterdim. Korkmak isterdim bir kaybım olabilir diye, seni kaybetmekten korkmak mesela...

Şimdi her şeyi sil baştan alıyorum. Seni ait olduğun yere yüreğime gömüyorum ve bir daha asla hatırlamamak için elimde kalan ne kadar enkaz varsa üzerine boca ediyorum yalvarışlarım ardımda, şarabım çantamda kalsın ben şimdi sensizliğe merhaba diyorum. Dedi ve kalkıp gitti dağ gibi adam, ufkun arka yerinde bizim göremediğimiz bir coğrafyaya doğru, gömerken aşkını yüreğine hicran dışarı taştı, deniz taştı sonra dalgaları önünde ne varsa birbirine kattı. Rüzgar taştı mesela mutsuz ne kadar insan varsa evini çatısını yıkıp geçti, kar bile taştı gökyüzünden ağlayan her insanın yüzüne konar oldu.

Herkes bir kerevet bulurken kendine, biz içmeye adam gitmeye devam etti. Ne yazık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder